döndüncü derecede kalmak; ve
Risale-i Nur
’la onlara hiz-
met etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-i
bizzat olmak lâzım iken, şimdiki hâl-i âlem, hayat-ı dün-
yeviyeyi, hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı
siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahat ve dalâletine
ceza olarak gelen gadab-ı İlâhînin bir cilvesi olan Harb-i
Umumînin tarafgirâne, damarları ve asapları tehyiç edip
bâtın-ı kalbe kadar, hatta hakaik-ı imaniyenin elmasları
derecesine o zararlı, fânî arzuları yerleştirecek derecesin-
de bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle
aşılamış ve aşılıyor ki,
Risale-i Nur
dairesi haricinde bulu-
nan ulemalar, belki de velîler, o siyasî ve içtimaî hayatın
rabıtaları sebebiyle, hakaik-ı imaniyenin hükmünü ikinci,
üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tâbi
olarak, hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif
olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velayeti tenkit ve adavet
eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tâbî yaparlar.
İşte bu asrın bu acip tehlikesine karşı
Risale-i Nur
’un
hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o
derece nazarımdan ıskat etmiş ki, bu Harb-i Umumîyi bu
dört ayda merak etmedim, sormadım.
Hem,
Risale-i Nur’un has talebeleri, bâkî elmaslar
hükmünde olan hakaik-ı imaniyenin vazifesi içinde iken
zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiye-
lerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırma-
mak gerektir.
K
astamonu
L
âhiKası
| 157 |
yat, toplum hayatı.
hayat-ı siyasiye:
siyasî hayat,
politik hayat.
hemfikir:
fikirleri bir, aynı fikirde.
hissiyat-ı diniye:
dinle ilgili hisler.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüküm:
emir, bir konu hakkında
verilen karar.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bırak-
ma.
içtimaî:
topluluğa ait, toplumla il-
gili, toplumsal.
maksud-ı bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
medar-ı merak:
meraka sebep
olan.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul olu-
nan şey.
meş’um:
kötü, uğursuz, bedbaht.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
münafık:
nifak sokan, arabozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sefahet:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
talebe:
öğrenci.
tarafgirane:
taraf tutarcasına, bir
tarafı destekleyerek.
tehyîc:
heyecanlandırma, heye-
cana getirme.
tenkît:
eleştirme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
vazife:
görev.
vazife-i kudsiye:
mukaddes vazi-
fe, kutsal vazife.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adavet:
düşmanlık, husumet.
asap:
sinirler.
asır:
yüzyıl.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bâtın-ı kalp:
kalbin içi, mane-
vî tarafı.
bilhassa:
özellikle.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
cilve:
tecelli, görüntü.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah ada-
mı.
ehl-i velâyet:
velî olanlar;
erenler, Allah’ın dostluğunu
kazananlar, velîlik sıfatını ta-
şıyanlar.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
fânî:
ölümlü, geçici.
fikir:
düşünce.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
gadab-ı ilâhî:
Allah’ın gazabı.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hâl-i âlem:
dünyanın vaziye-
ti, âlemin durumu.
harb-i umumî:
genel harp,
dünya savaşı.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hâs:
ileri gelen, seçkin olan.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-