Cenab-ı Hak, onları ve evlâtlarını dünyada ve ahirette
mes’ut eylesin, âmin.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz
ve dualarını kur’ân’ın methüsenasına mazhar olan bu le-
yali-i aşir olan on gecelerde rica ediyoruz. emin’in ve
Feyzi’nin rüyaya dair fıkralarını da leffen gönderiyorum.
ì@í
‡
73
·
Isparta’daki Kardeşlerimize!
lâtif bir rüyanın kadere ait bir meseleyi, şuhut derece-
sinde bize kanaat verdiği gibi, o lâtif rüyanın ciddî ikinci
parçası bizlere manevî bir müjde ve beşaret verdiği cihet-
le, siz kardeşlerimize beyan ediyoruz. Şöyle ki:
İki gün evvel üstadımız rüyada görüyor ki; ben (yani
Feyzi) ile beraber gezmeye çıkıyoruz. giderken, birden
ben üstadıma söylüyorum ki: “Burada ben, ayının tesbi-
hini toplayacağım.” üstadım da bakıyor ki, beyaz ipler
gibi dolaşmış bir şey görüyor. Bu acip güldürecek sö-
zümden ve ayıya tesbih isnat etmek vaziyetimden çok
şiddetli gülerek uyanmış. Uyandıktan sonra da gülmüş.
Akşama kadar hiç görülmemiş bir tarzda, yirmi otuz de-
fa o hâdise-i nevmiyeyi gülerek benimle mülâtefe etti.
Münasebet olmayan bazı şeylerle tabire çalıştıksa da, ta-
bire münasebet tutmadı.
sonra ikinci gün, âdet-i müstemirrede, kendi tecrübe-
siyle, rüya-i sadıkanın kısmen aynı günde, kısmen ikinci
günün aynı saatinde bana benzeyen bir dost –ki rüyada
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âdet-i müstemirre:
yerleşmiş
alışkanlıklar ve gelenekler.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
beşaret:
müjde.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cihet:
yön.
dair:
alakalı, ilgili.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evlât:
veletler, çocuklar.
evvel:
önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâdise-i nevmiye:
uykuda olan-
lar, rüyadaki hâdiseler.
isnâd:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bü-
tün şeylerin varlık ve yokluğunu,
geçmiş ve geleceğini bilmesi.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kısmen:
kısmî olarak, bazı
yönden.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
lâtif:
güzel, hoş.
leffen:
zarf ve mektup içine
koyarak.
leyal-i aşr:
On geceler; Arabî
aylardan, Zilhicce’nin ilk on
gecesi.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
methüsena:
methedip öv-
mek.
mesele:
konu.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, mut-
lu.
mülâtefe:
şaka yollu takıl-
mak, iltifatta bulunmak.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
rüya-i sadıka:
doğru rüya,
makbul ve muteber kimsele-
rin gördükleri şekilde, dünya-
da hakikatları çıkan sadık rü-
ya.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
şuhut:
gözle görme, müşahe-
de.
tabir:
yorum, yorumlama.
tarz:
biçim, şekil.
umum:
bütün.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vaziyet:
durum.
| 152 | K
astamonu
L
âhiKası