Kastamonu Lahikası - page 144

yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviye-
ye karşı ya set çeker veya ikinci, üçüncü derecede bıra-
kır. Bu hatasının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat ye-
di ki, dünyayı başına Cehennem eyledi.
İşte bu dehşetli musibette ehl-i diyanet dahi büyük bir
vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.
Ezcümle:
Ben gördüm ki, ehl-i diyanet, belki de ehl-i
takva bir kısım zatlar, bizimle gayet ciddî alâkadarlık pey-
da ettiler. o bir iki zatta gördüm ki, diyaneti ister ve yap-
masını sever; tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak ola-
bilsin, işi rast gelsin. Hatta tarikati, keşif ve keramet için
ister. demek ahiret arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî
meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi
yapıyor. Bilmiyor ki,
saadet-i uhreviye gibi saadet-i dün-
yeviyeye dahi medar olan hakaik-ı diniyenin fevaid-i
dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici
derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o
amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli ip-
tal eder, lâakal ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.
Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasın-
dan ve zulüm ve zulmetinden en mücerrep bir kurtarıcı,
Risale-i Nur’un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği
nur olduğunu kırk bin şahit vardır. Demek Risale-i
Nur’un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehli-
ke ihtimali kavidir.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
amel:
dinin emirlerini yerine ge-
tirme işi.
amel-i hayır:
hayırlı iş, hayırlı ça-
lışma, hayır işi.
asr:
yüzyıl.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı.
belâ:
musibet, sıkıntı.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
diyanet:
dinî emirlere riayet, din-
darlık.
ehl-i diyanet:
dindar kişiler.
ehl-i takva:
Allah’tan korkan ve
günahlardan çekinen insanlar.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
faide:
fayda.
fevâid-i dünyeviye:
dünya men-
faatleri, dünyaya ait faydalar.
gaddar:
çok fazla zulüm ve hak-
sızlık eden.
gayet:
son derece.
hakaik-ı diniye:
dine ait olan ha-
kikatler.
hayat-ı diniye:
dinî hayat.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve son-
suz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihtimal:
olabilirlik.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
keşif:
gizli bir şeyi veya bir sırrı
kalp gözüyle görerek öğrenme.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
lâakal:
en azından, hiç olmaz-
sa.
medar:
sebep, vesile.
mizan:
ölçü, denge.
musibet:
felaket, bela.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvazene:
denge, ölçü.
mücerrep:
tecrübe edilmiş,
denenmiş.
müreccih:
tercih eden, üstün
tutan.
neşr:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
peydâ:
meydana gelme, açı-
ğa çıkma.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
saadet-i dünyeviye:
dünya
ile ilgili saadet, dünya haya-
tındaki mutluluk, dünya sa-
adeti.
saadet-i uhreviye:
ahiretle il-
gili saadet, ahiretteki mutlu-
luk.
set:
mani, perde, engel.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
veba:
bir çeşit salgın hastalık.
vezaif:
vazifeler, işler.
zat:
kişi, şahıs.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
| 144 | K
astamonu
L
âhiKası
1...,134,135,136,137,138,139,140,141,142,143 145,146,147,148,149,150,151,152,153,154,...478
Powered by FlippingBook