üstadıma benim suretimde görünmüş– üstadımızın
yanına geldi, dedi ki: “Ayının yağını toplayanlardan alıp
ve müezzin ve tesbih yapan bir adamın tavsiyesiyle mü-
him bir adama, her sabah hastalık için yutmasını nasıl
görüyorsun?” üstadımız da, rüyada güldüğü gibi aynen
öyle gülmüş. Birden rüya hatırına gelip bu acip ve aynı
aynına tabiri kemal-i taaccüp ve hayretle karşılayıp, ona
demiş: “sakın istimal etmesin.”
Yirmi sekizinci Mektubun rüyaya ait Birinci risalesi-
nin Altıncı nüktesinde rüya-i sadıka, kader-i İlâhinin her
şeyi ihata ettiğine bir hüccet-i kàtıa hükmünde üstadımız
binler tecrübe ile gördüğü gibi, aynen bu vakıa dahi biz-
lere şuhut derecesinde kat’î ispat etti ki: Hâdisat, vücu-
da gelmeden evvel mukadderdir, malûmdur, muayyen-
dir; kader-i İlâhînin mizanıyla geliyor diye, bu rükn-i ima-
niye bize gayet lâtif ve kat’î bir numune oldu.
Hem, aynı rüyanın ikinci tabakasında üstadımız görü-
yor ki:
Risale-i Nur’
un heyetine bir ferman geliyor. Bir-
den geldi, o kudsî ferman kur’ân çıktı. Bunun tabiri,
aynı günün aynı tecrübe saatinde,
Kur’ân’ın Hizbü’l-Ek-
beri
, ümit edilmediği bir vakitte, malûm Asiye Hanımın
hanesinde etrafı tezyin edilen
Hizbü’l-Ekber’
i yüz senelik
bir güzel kap içinde, o kabın, üstünde sırma ile padişah-
ların mühim fermanlarında tuğra-i şahane işlenmiş oldu-
ğunu gördük.
üstadımız dedi ki: Ferman geldi diye kur’ân çıktı.
Şimdi de,
Kur’ân’ın Hizbü’l-Ekberi
geldi. üstünde
K
astamonu
L
âhiKası
| 153 |
nümune:
örnek.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rükn-i imaniye:
imana ait esas,
imanın esası.
rüya-i sadıka:
doğru rüya, mak-
bul ve muteber kimselerin gör-
dükleri şekilde, dünyada hakikat-
ları çıkan sadık rüya.
sırma:
.
suret:
biçim, görünüş, yüz, çehre.
şuhut:
gözle görme, müşahede.
tabaka:
derece, kat.
tabir:
yorum, yorumlama.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
tuğra-i şahane:
padişah mührü.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vakıa:
olay.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
evvel:
önce.
ferman:
emir, buyruk.
gayet:
son derece.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hane:
ev.
heyet:
kurul, topluluk; birlik
teşkil eden şahıs ve şeylerin
tamamı.
Hizb-i Ekber
:
Risale-i Nur’ların
temelini teşkil eden ve tefsiri-
nin yapıldığı Kur’ân ayetleri-
nin bir araya toplandığı eser.
hüccet-i katıa:
kat’i ve kesin
delil, hiç bir şüpheye mahal
bırakmayan delil.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istimâl:
kullanma.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kemal-i taaccüp:
tam hay-
rette kalmak.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
latîf:
güzel, hoş.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mizan:
terazi, ölçü.
muayyen:
belirli.
mukadder:
takdir edilmiş.
müezzin:
ezan okuyan kim-
se.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.