şifa oldu ki, kuluncumu unuttuk. sonra tahattur ettik.
Hayret ettik. Hem o risaleleri yazanların isimlerini, hem
yaşlarını o beş mecmuanın başlarında medar-ı ibret ve
onlara dua ettirmek için derç edeceğiz. onları ve husu-
san üstadlarını ve peder ve validelerini benim tarafımdan
birer birer, hem bu hizmetlerini, hem bayramlarını teb-
rik ediniz.
Hem, Isparta hakkında benim büyük ümidimi fiilen is-
pat ettikleri için, bana büyük bir teselli verdikleri için,
ölünceye kadar minnettarlığımı onlara ve Mübarekler
Heyetine ve Medrese-i nuriye ve nur ve gül Fabrikası
sahiplerine tebliğ ediniz.
namaz tesbihatının sırrına göre, nasıl ki namazdan
sonra tesbih ve zikir ve tehlil ile bir hatme-i muazzama-i
Muhammediye
(
AsM
)
ve zikir ve tesbih eden ve rûy-i ze-
min kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye
(
AsM
)
dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medar-ı füyuzat
olduğu gibi; ben ve biz de, risale-i nur’un geniş daire-i
dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve
çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların
dualarına ve a’mal-i salihalarına hissedar olmak ve dua-
larına âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ı me-
kân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak
hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkal-
had bahtiyar biliyoruz. Hususan ahir ömrümde böyle
kıymettar, masum, manevî evlâtları ve yüzer küçük Ab-
durrahman’ları bulmak, benim için dünyada bir Cennet
hayatı hükmüne geçiyor.
K
astamonu
L
âhiKası
| 155 |
kulunç:
şiddetli ağrı veren bir
hastalık (özellikle omuz ağrısı).
lisan:
dil.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mecmua:
toplanıp, biriktirilmiş,
düzenlenmiş yazıların hepsi.
medar-ı füyuzat:
feyizlerin sebe-
bi, inayet vesilesi.
medar-ı ibret:
ibret sebebi, vesi-
lesi.
medrese-i nuriye:
nur medrese-
si; Risale-i Nur’ların okunduğu
yerler.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
niyeten:
niyet olarak.
peder:
baba.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tasavvuren:
tasavvur olarak, zi-
hinde tasarlamak suretiyle.
tayy-ı mekân:
mekanı ortadan
kaldırma, mekanı atlarcasına geç-
me.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
tehlil:
Allah’dan başka ilâh olma-
dığını ifade etme; lâ ilâhe illâllah
sözünü tekrarlama, lâ ilâhe illâl-
lah deme.
tesbih:
Her namazın sonunda
otuz üçer defa Sübhanallah, el-
hamdülillah, Allahüekber deme.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan
uzak ve bütün kemal sıfatlara sa-
hip olduğunu ifade eden sözler.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
üstad:
öğretici, öğretmen.
valide:
ana, anne.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme, Allah’ı anma.
ahir ömür:
ömrün son devre-
si, hayatın son demleri.
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
daire-i ders:
ders dairesi.
derç:
sokma, içine alma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evlât:
veletler, çocuklar.
fevkalhad:
haddinden fazla,
haddinin üstünde.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle.
halka-i envar:
nurlardan
meydana gelmiş halka.
halka-i tahmidat-ı ahmedi-
ye:
Peygamberimizin Allah’ı
övüp hamd etmelerinden
olan halka.
hatme-i muazzama-i mu-
hammediye
: Hz. Muhammed
(a.s.m) okunan bütün dua, sa-
lavat, tesbih ve tehliller.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
heyet:
bir topluluğu meyda-
na getiren kişilerin bütünü,
komite.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek.
ispat:
sağlam ve dayanıklı
hale getirme; doğruyu delil-
lerle gösterme.
kıymettar:
kıymetli, değerli.