iştiyakı ve kanaati gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiç-
bir hâdise onu sarsmıyor, fütur vermiyor.
Hem onun bir harikası odur ki:
Risale-i Nur
’a beş se-
ne yabanî kaldığı hâlde, birden intisap edip, bir ay zar-
fında on dört risaleyi
Risale-i Nur
’dan yazmış.
Hem kur’ân’ın gözle görünen bir nevi lem’a-i i’cazi-
yeyi, beş altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı Arabî-i
kur’ânîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim.
Bunların içinde hatt-ı Arabî-i kur’ân’da Hüsrev onlara
yetişemediği hâlde, birden umum o kâtiplere ve hatt-ı
Arabî muallimine tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı Arabîde, en
mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen on-
lar tasdik edip, “evet bizden geçti, biz ona yetişemiyo-
ruz” dediler. demek Hüsrev’in kalemi, kur’ân-ı Mu’ci-
zülbeyan’ın ve
Risale-i Nur
’un mu’cizevari kerametleri ve
harikalarıdır.
kardeşiniz
Said Nursî
ì@í
‡
68
·
EVVELCE haYat-ı dünYEViYEYi haYat-ı uhREViYEYE
tERCih EtmEYE daiR YaZıLan iKi PaRÇaYa tEtimmEdiR
Bu acip asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve ya-
şamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi; ve hacat-ı
gayr-i zaruriyeyi, görenekle, tiryaki ve müptelâ etmekle,
hacat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşa-
mayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi
K
astamonu
L
âhiKası
| 143 |
maksat:
kastedilen şey; gaye.
muallim:
ders veren, öğretmen.
mu’cizevarî:
mu’cize gibi.
mushaf:
Kur’ân sahifelerini topla-
yan cilt, Kur’ân’ın ciltlenmiş hâli;
Kur’ân.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düş-
kün ve tutulmuş olan.
nevî:
çeşit, tür.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
şerait:
şartlar.
taksim:
bölme, paylaştırma.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefevvuk:
üstün olma, üstünlük.
terakki:
artma.
tetimme:
bir konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen kısım,
ek.
tiryaki:
bir şeye vazgeçemeye-
cek derecede alışmış olan.
umum:
bütün, hepsi.
umumen:
umumî olarak, bütün
olarak.
yabanî:
yabancı, uzak duran, çe-
kinen.
zarfında:
süresince.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
asır:
yüzyıl.
dair:
alakalı, ilgili.
evvelce:
daha önce.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
hacat-ı gayr-i zaruriye:
zaru-
rî ve zorunlu olmayan ihti-
yaçlar.
hacat-ı zaruriye:
zorunlu ih-
tiyaçlar, gerekli ihtiyaçlar.
hâdise:
olay.
harika:
olağanüstü.
hatt-ı arabî:
Arap harfleriyle
yazılan yazı.
hatt-ı
arabî-i
Kur’ân:
Kur’ân’ın Arapça yazısı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî ha-
yat, ahirete ait olan hayat.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfo-
lunma; gelişme.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kanaat:
kanma, inanma.
kâtip:
yazan, yazıcı.
keramet:
ermişçesine yapı-
lan iş, hareket veya söylenen
söz, fikir.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
Kur’ân-ı mucizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerleri-
ni yapmaktan aciz bırakan
Kur’an.
lem’a-i i’câziye:
mucize dere-
cesinde manevî parıltı.