günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe
eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım.
Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:
Risale-i
Nur
’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mabeynlerindeki düs-
tur-i esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve
samimî ve halis tesanüt sırrıyla her bir halis, hakikî şa-
kirt, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile
ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden gü-
nahlara, binler dil ile mukabele eder.
Bazı melâikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi, halis,
hakikî, müttakî bir şakirt dahi, kırk bin kardeşinin dille-
riyle ibadet eder, necata müstahak ve inşaallah ehl-i saa-
det olur.
Risale-i Nur
dairesinde sadâkat ve hizmet ve takva ve
içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip
olur. elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada,
ihlâsta, sadâkatte çalışmak gerektir.
•
İkincisi:
eski zamanda, on dört yaşında iken icazet
almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak,
bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu.
Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara
mahsus kisve giymek yakışmadığı…
Saniyen:
o zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık
vaziyeti değil, ya rakip veyahut teslimiyet derecesine
girdikleri için bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyeti
alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-i
azîmeden dört beş zatın vefat etmeleri cihetiyle, elli
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
cihet:
yön.
cübbe:
üste giyilen bol ve uzun
elbise.
düstur-i esasiye:
temel düstur-
lar, prensipler, esas kaideler.
ehl-i saadet:
saadete ulaşanlar,
mutluluğu yakalayanlar, bahtiyar
olanlar.
evliya-i azîme:
büyük velîler.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten ve
gönülden olan.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hücûm:
saldırma.
icazet:
bir şeyhin müritlerine,
mürit yetiştirme ve irşat iznini
vermesi.
içtinab-ı kebâir:
büyük günahlar-
dan kaçınmak, sakınmak.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istiğfar:
af dileme, affedilmeyi is-
teme.
iştirak-i â’mâl-i uhreviye:
ahire-
te ait olan işlerdeki ortaklık, ahi-
retle ilgili amellere ortak olma.
kanun:
kaide, kural.
kisve:
elbise, kıyafet.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mabeyn:
ara.
mâni:
engel.
melâike:
melekler.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukabil:
karşılık.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
mütehayyir:
hayrete düşen,
şaşıran.
müttakî:
kendisini Allah’ın
sevmediği fena şeylerden ko-
ruyan; haramdan ve günah-
tan çekinen, takva sahibi,
dindar.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sadık:
doğru, gerçek; sözün-
de, vaadinde, işinde doğru
olan.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
saniyen:
ikinci olarak.
sır:
gizli hakikat.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahayyür:
hayrete düşme,
şaşakalma.
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden kaçın-
ma, Allah’ın emirlerini tutup
azabından korunma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
teslimiyet:
teslim olma, bo-
yun eğiş.
ubudiyet:
kulluk.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî,
ruhanî.
üstad:
bir ilim ve sanatta üs-
tün olan kimse, öğretmen.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölme.
zat:
kişi, şahıs.
| 124 | K
astamonu
L
âhiKası