geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin,
âmin.
Saniyen:
sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak
gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymet-
tar görüyorum ki, tarif edemem. Cennetü’l-Firdevste Âb-ı
kevser testileri gibi, kemal-i iştiyak ve şükranla ve sürur-
la, göz yaşıyla kabul edip başıma koydum. Böyle elmas
kılıç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını
Risale-i
Nur
’a ihsan eden Cenab-ı Hakka hadsiz hamd ü şükür
ederim.
sizlere de o mübarek kitapların, yazıların her bir har-
fine mukabil Cenab-ı erhamürrâhimîn on hasene ihsan
eylesin diye niyaz ediyorum.
Hakikaten Hüsrev’in infikâki beni çok müteessir et-
mişti; fakat tahirî, o parlak kalemiyle benim o teessü-
ratımı izale eyledi. o bütün efrad-ı ailesiyle, peder ve va-
lidesiyle
Risale-i Nur
’un has talebeleri içinde her vakit
hissedar olacaklardır.
Hem bu tahir’in yüzünden bugünden itibaren Atabey
de, İslâmköy’ü, sav köyü, kuleönü karyeleri gibi nurs
karyesine arkadaş olup umum manevî kazancımıza his-
sedar oldu.
Isparta’nın Hafız Ali’si kâtip osman’ın, elhak, ikinci
bir Hüsrev olduğuna, benim de kanaatim geldi. Cenab-ı
Hak, onu ve Mehmed zühdü gibi çok fedakârları ve
Ri-
sale-i Nur
’un hakikî sahiplerini Isparta’ya ihsan eylesin,
âmin.
âb-ı Kevser:
Cennetteki sulardan
biri; Kevser suyu.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
inayet
ve rahmet, yardım ve lütuf sahip-
lerinin en merhametlisi olan, şe-
ref ve azamet sahibi olan yüce
Allah (c.c.).
Cennetü’l-Firdevs:
Firdevs Cen-
neti; altıncı Cennet tabakası.
efrad-ı aile:
aileyi teşkil eden
fertler.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam
doğrusu; doğrusu ya.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikaten:
hakikat olarak, doğ-
rusu, gerçekten.
hakikî:
gerçek.
hamd ü şükür:
Allah’a karşı şük-
ran ve memnuniyetini onu öve-
rek bildirme.
hâs:
ileri gelen, seçkin olan.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızası-
na uygun iş.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
infikâk:
ayrılma, ayrışma, ay-
rı düşme.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
kanaat:
kanma, inanma.
karye:
köy.
kemal-i iştiyak:
istek ve ar-
zunun son derecesi, tam bir
istek ve arzu.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mukabil:
karşılık.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve
yakarma.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
peder:
baba.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
saniyen:
ikinci olarak.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şükran:
iyiliğe karşı gösteri-
len iyi tavır, gönül borcu, min-
nettarlık.
talebe:
öğrenci.
teessürat:
teessürler, keder-
ler, elemler, acılar.
umum:
bütün.
umumî:
genel.
valide:
ana, anne.
vesile:
aracı, vasıta.
| 130 | K
astamonu
L
âhiKası