kâtip osman’ın hakikatli rüyâsı elhak büyük bir haki-
kate işaret veriyor; çok mübarek ve müjdelidir. rüş-
tü’nün rüyasında, peygamberimizin
(
AsM
)
emriyle Haz-
ret-i sıddık
(
rA
)
minberde Yirmi dokuzuncu sözü hutbe-
sinde göstermesi gibi, o gökten inen huriye de lâhikayı
hutbe olarak okuması,
Risale-i Nur
’un makbuliyetine gü-
zel bir işarettir.
ì@í
‡
58
·
Aziz, SıddıkKardeşlerim!
lâtif ve manidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyan ediyo-
rum.
•
Birincisi:
Me’yusâne bir hatıradan müjdeli bir ihtar.
Bugünlerde hatırıma geldi ki, hayat-ı içtimaiyeye giren
hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalı-
yor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar.
“Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadeti ve tak-
vası nasıl mukabele edebilir?” diye me’yusâne düşün-
düm.
Hayat-ı içtimaiyedeki risale-i nur talebelerinin vazi-
yetlerini tahattur ettim. risale-i nur Şakirtleri hakkında
necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işa-
ret-i kur’âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve gavsiyeyi dü-
şündüm. kalben dedim ki: “Her biri bin yerden gelen
K
astamonu
L
âhiKası
| 123 |
me’yusâne:
ümitsizce, ümitsizlik-
le, ümitsiz bir şekilde.
minber:
camide hatibin hutbe
okuduğu merdivenli kürsü.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini tutup azabından
korunma.
talebe:
öğrenci.
vaziyet:
durum.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beşaret:
müjde.
beşaret-i aleviye:
Hz. Ali’nin
(r.a) müjdesi.
beşaret-i Gavsiye:
Abdulka-
dir Geylanî hazretlerinin müj-
desi.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cihet:
yön.
dair:
alakalı, ilgili.
ehl-i saadet:
saadete ulaşan-
lar, mutluluğu yakalayanlar,
bahtiyar olanlar.
ekseriyetle:
daha ziyadesiy-
le, çoklukla, çoğunlukla.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam
doğrusu; doğrusu ya.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikatli:
doğru, gerçeğe uy-
gun.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
huri:
Cennet kızı, Cennet gü-
zeli.
hususî:
özel.
hutbe:
hatip tarafından cami-
lerde minbere çıkıp yapılan
dinî içerikli konuşmalar.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
işaret-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
işareti.
kalben:
kalp ile, kalpten.
lâtîf:
güzel, hoş.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
manidar:
nükteli, ince mana-
lı.
maruz:
bir şeyin etkisi ve te-
siri altında bulunma.