altı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve
bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı
bu günlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlâna
zülcenaheyn Halid ziyaeddin kendi cübbesini, o cübbe-
ye sarılan bir sarıkla, pek garip bir tarzda bana giydirmek
için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben
de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı
Hakka yüz binler şükrediyorum.
(HaşİYe)
ì@í
‡
59
·
Aziz, SıddıkKardeşlerim!
size gönderdiğimiz
Hizbü’l-Ekberi’l-Kur’ânî
’nin başın-
da yazılan ünvan içinde bir cümle noksan kalmış. Şöyle
ki:
“Mu’cizatlı bir virt okumak isteyen bunu okusun” ye-
rinde, “Mu’cizatlı ve her bir harfi on ve yüz ve beş yüz
ve bin ve binler kadar sevap ve meyve veren bir virdi
okumak isteyen, bu semavî virdi okusun” yazılacak.
Saniyen:
Bundan evvel müjdeli hatırada, “Her bir ha-
lis ve hakikî müttaki şakirt, kardeşleri adedince diller ile
ibadet edip istiğfar eder” fıkrasına, yine bir ihtar ile bu
gelen cümle ilâve edilsin. Cümle de budur:
K
astamonu
L
âhiKası
| 125 |
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müttakî:
kendisini Allah’ın sev-
mediği fena şeylerden koruyan;
haramdan ve günahtan çekinen,
takva sahibi, dindar.
namında:
adında, isminde.
saniyen:
ikinci olarak.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
üstad:
öğretici, öğretmen.
virt:
zikir; belli zamanlarda, belli
sayıda, belli duaların zikir olarak
belli biçimde ve düzenli şekilde
okunması.
zahir:
açık, görünür.
ahiret:
öldükten sonra dilip
sonsuza kadar kalınacak olan
Cennet ve Cehennemin bu-
lunduğu öbür dünya.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
cübbe:
üste giyilen bol ve
uzun elbise.
emanet:
birine koruması ve
sonradan alınmak üzere sak-
laması için verilen şey.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evvel:
önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten
ve gönülden olan.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
haşiye:
dipnot.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
Hizbü’l-Ekberi’l-Kur’ânî
:
Risa-
le-i Nur’ların temelini teşkil
eden ve tefsirinin yapıldığı
Kur’ân ayetlerinin bir araya
toplandığı eser.
icazet:
bir şeyhin müritlerine,
mürit yetiştirme ve irşat izni-
ni vermesi.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
istiğfar:
tevbe etme, Al-
lah’tan günahlarının bağışlan-
masını isteme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
mesafe:
uzaklık, ara.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecek-
leri büyük harika işler.
muhterem:
saygın, saygıde-
ğer, hürmete lâyık.
HaşİYe:
Bu mübarek emaneti risale-i nur talebelerinden ve ahiret
hemşirelerimizden Asiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım.