kaçırmamak, pişman etmemek için şahsiyetime karşı
haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irti-
batınızı bağlamayınız.
Ben, size nispeten kardeşim; mürşitlik haddim değil,
üstad da değilim; belki ders arkadaşıyım. Ben, sizin ku-
suratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muh-
tacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet
etmenize istihkakım var.
Cenab-ı Hakkın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kud-
sî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i
imana menfaatli bir hizmette taksimü’l-mesai kaidesiyle
iştirak etmişiz. tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı
manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı
ve irşadı bize kâfidir.
Hem madem bu zamanda her şeyin fevkınde hizmet-i
imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir, hem kemmiyet ise
keyfiyete nispeten ehemmiyeti azdır, hem muvakkat ve
mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı
imaniyeye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz;
medar da olamaz.
Risale-i Nur
’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşetti-
ği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz.
Haddinden fazla fevkalâde hüsnüzan ve müfritâne âlî
makam vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebat ve
müfritâne irtibat ve ihlâs lâzımdır; onda terakki etmeliyiz.
(1)
»/
bÉ n
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉ n
Ñr
dn
G
Kardeşiniz Said Nursî
ì@í
K
astamonu
L
âhiKası
| 113 |
gafletten uyandırma.
irtibat:
bağ, münasebet.
istihkak:
hak etme, hak kazan-
ma, hakkı olma.
iştirak:
katılma, ortak olma.
kâfî:
yeter, elverir.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
kemiyet:
bir şeyin adet, miktar
ve sayı olarak ifade edilebilen du-
rumu, nicelik.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan,
bağış.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
nitelik.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kusûrat:
kusurlar, noksanlıklar,
eksiklikler, özürler.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
makam:
yer, mevki.
medar:
sebep, vesile.
menfaat:
fayda.
mikyas:
ölçü aleti, ölçek.
muvakkat:
geçici.
müfritane:
müfrit bir şekilde, aşı-
rı derecede, aşırı olarak.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
mütehavvil:
değişken.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabit:
durağan, değişmeyen.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sebat:
sözünde durma, kararlı ol-
ma, azimlilik.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şahsiyet:
kişilik.
şefkatkârâne:
şefkatli ve merha-
metli bir şekilde.
taksimü’l-mesai:
iş bölümü, ça-
lışmaların düzenlenmesi.
talimat:
talimler, eğitimler; bir iş
hakkında hareket tarzını bildiren
emirler.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vazife:
görev.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
daimî:
sürekli, devamlı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan,
bağış.
gayet:
son derece.
hâsıl:
meydana gelme, orta-
ya çıkma.
hidemat-ı imaniye:
imanla il-
gili hizmetler.
himmet:
manevî yardım, ih-
san, lütuf.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna
edici ve ilmî delillerle anlaşıl-
masına hizmet etme.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulu-
nup, iyi olacağını düşünmek.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
irşat:
doğru yolu gösterme,
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.