kesretli talebeleri içinde bilmediğimiz gayet yüksek bir
makam sahibi bir zatın tesiratı ve kumandası hissediliyor.
Benim gibi bin derece uzak bir bîçare tasavvur ediliyor.
Hakkım olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz in-
şaallah size zararı olmaz; fakat
Risale-i Nur
’un hüsn-i ce-
reyanına zarar ihtimali var. siz bir hakikati hissediyorsu-
nuz ve fevkalâde sadâkat ve ihlâsınız inşaallah hak görür,
fakat surette bazen aldanılır. Biz, hizmetle mükellefiz.
neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakka aittir.
ì@í
‡
51
·
(Ehemmiyetlidir.)
[Risale-i Nur Talebelerinden bir kısım kardeşlerimin,
benim haddimin çok fevkinde hüsnüzanlarını ve ifratlarını
tadil etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.]
Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Ab-
dullah
(
rA
)
ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:
o merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i
ziyaeddin’in
(
ks
)
has müridi idi. ehl-i tarikatçe, mürşidi-
nin hakkında müfritâne muhabbet ve hüsnüzan etse
makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki:
“Hazret-i ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. kâinatta,
kutb-i azam gibi her şeye ıttılâı var.” Beni, onunla rabt
etmek için çok harika makamlarını beyan etti.
Ben de o kardeşime dedim ki:
K
astamonu
L
âhiKası
| 111 |
kendisine bağlandıkları büyük
evliyadan zamanın en büyük
mürşidi.
makam:
yer, mevki.
makbul:
kabul edilmiş olan, iste-
nilen.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
muvaffakıyet:
başarma, başarılı
olma.
müfritâne:
müfrit bir şekilde, aşı-
rı derecede, aşırı olarak.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan.
mürit:
tarikatta bir şeyh ve mür-
şide bağlanarak tarikat usul ve
âdetleri ile tasavvufî hakikatleri
öğrenen kimse.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
rabt:
bağlamak, bitiştirmek.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
talebe:
öğrenci.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tesirat:
etkiler, tesirler.
ulûm:
ilimler.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kal-
bini dünyanın fani işlerinden
ayırıp, Allah sevgisi ile bağla-
yan kimseler.
evliya-i azîme:
büyük velîler.
evvel:
önce.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
hak:
doğruluk, gerçek, haki-
kat.
hakikat:
gerçek, esas.
hârika:
olağanüstü.
hüsn-i cereyan:
iyi işlemek.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulu-
nup, iyi olacağını düşünmek.
ıttılâ:
haberi olma, bilgisi bu-
lunma.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme,
haddini aşma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihtimal:
olabilirlik.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
kumanda:
komuta.
kutb-i azam:
en büyük ku-
tup, dinî bir meslek veya gru-
bun başı, birçok Müslümanın