1.
Nisâ Suresi: 79.
2.
Güzel ve huzur vereni al, çirkin ve keder vereni bırak.
ahkâmıyla:
hükümleriyle.
âkıl:
akıllı.
amel etmek:
yaşamak.
amel:
fiil, iş, emek.
bahtiyar:
bahtlı, mutlu, kutlu.
bedbaht:
bahtsız, mutsuz.
cemiyet-i beşeriye:
insan top-
luluğu.
derk:
iyice anlama.
evvelki:
önceki.
fazilet:
ilim ve iman.
fehmetmek:
anlamak, kavra-
mak.
feyiz:
bolluk, bereket.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i din:
dinin gerçeği.
hakikat-i dünya:
dünyanın
gerçeği.
hakikat-i iman:
imanın ger-
çeği.
hakikat-i insan:
insanın ger-
çeği.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat.
hayır ve şer:
iyilik ve kötü-
lük.
hikâye-i temsiliye:
bir şeyi
göz önünde canlandıran hikâ-
ye.
hükm-i kur’ânî:
Kur’ân’ın hük-
mü.
hüküm:
emir.
hürmet:
saygı.
hüsnüfikir:
iyi ve güzel düşünce.
hüsnühaslet:
iyi haslet, güzel huy.
hüsnüniyet:
iyi ve güzel niyet.
hüsnüzan:
iyi ve güzel kanaat.
hüsün:
güzellik.
ihsan:
iyilik.
ihzar:
hazırlamak.
istihraç:
çıkarmak, bulmak.
kaidesiyle:
kuralıyla.
kalb-i fasık:
bile bile günah işle-
yen ve Allah’ın emirlerine uyma-
yan kimsenin kalbi.
kalb-i salih:
iyi ve faydalı işler ya-
pan, Allah’a olan görevlerini yeri-
ne getiren kimsenin kalbi.
keder:
tasa, kaygı, gam.
kemal:
eksiksizlik.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mazhar:
kavuşma.
medeniyet-i insaniye:
insanların
çalışmasıyla oluşan medeniyet.
mutî olmak:
baş eğmek, uymak,
itaat etmek
muvakkat:
geçici.
muvazene:
karşılaştırma.
mühim:
önemli.
müstahak:
hak eden.
nefis:
kötülüğü emreden duygu;
kendisi.
nefs-i emmare:
kötülüğü teşvik
eden, emreden nefis.
rahmet
: şefkat etme, esirgeme.
ruh-i kâfir:
imansızın, inanmaya-
nın, inkârcının kalbi.
ruh-i mü’min:
inanan, iman sahi-
bi olan kimsenin kalbi.
saadet:
mutluluk.
sair:
başka, diğer.
selâmet-i kalp:
kalbin korku ve
kötülüklerden kurtulması.
sır:
gizli hakikat.
tarik:
yol.
tarik-ı isyan ve küfran:
isyan ve
küfür yolu.
tarik-ı kur’ân ve iman:
iman ve
Kur’ân yolu.
tatbik:
uygulamak.
zahir olmak:
görünmek, açıklan-
mak.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 59 |
S
ekizinCi
S
öz
Ve şu bahtiyar ise, hakikati görür. Hakikat ise, güzel-
dir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, Hakikat sahibinin
kemaline hürmet eder, rahmetine müstahak olur. İşte,
“Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil”
(1)
olan hükm-i
kur’ânînin sırrı zahir oluyor.
daha bunlar gibi sair farkları muvazene etsen, anlaya-
caksın ki, evvelkisinin nefs-i emmaresi ona bir manevî
cehennem ihzar etmiş. Ve ötekisinin hüsnüniyeti ve hüs-
nüzannı ve hüsnühasleti ve hüsnüfikri onu büyük bir ih-
san ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar et-
miş.
ey nefsim ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen
adam! eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahti-
yar kardeş olmak istersen, kur’ân’ı dinle ve hükmüne
mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et.
Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatleri eğer fehmet-
tin ise, hakikat-i dini ve dünyayı ve insanı ve imanı ona
tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim, incele-
rini sen kendin istihraç et.
İşte bak: o iki kardeş ise: Biri ruh-i mü’min ve kalb-i
salihtir, diğeri ruh-i kâfir ve kalb-i fasıktır. Ve o iki tarik-
ten sağ ise, tarik-ı kur’ân ve imandır. sol ise, tarik-ı is-
yan ve küfrandır.
Ve o yoldaki bahçe ise, cemiyet-i beşeriye ve medeni-
yet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ı içtimaiyedir ki,
içinde hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler bera-
ber bulunur. Âkıl odur ki,
(2)
r
Qn
ón
c Én
e r
´n
O Én
ذn
U Én
e r
ò o
N
kaide-
siyle amel eder, selâmet-i kalp ile gider.