İman ve Küfür Muvazeneleri - page 69

cennet hükmüne geçtiği hâlde, o zevk ve lezzet-i azîme-
yi terk edip, gençlik saikasıyla, o hadsiz elemler ile âlûde
zehirli bir bala benzeyen sefihâne ve heveskârâne muvak-
kat bir lezzet-i gayrimeşruayı ihtiyar eden, hayvandan yüz
derece aşağı düşer. ecnebi dinsizleri gibi de olamaz.
Çünkü onlar peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıya-
bilirler. peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler.
Allah’ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel
hasletler bulunabilir. Fakat bir Müslüman, hem enbiyayı,
hem rabbini, hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. onun terbiye-
sini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi
(
As
) tanımaz. Ve Allah’ı da tanımaz ve ruhunda, kemalâ-
tı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünkü,
peygamberlerin en ahiri ve en büyükleri ve dini ve dave-
ti umum nev-i beşere baktığı için ve mu'cizatça ve dince
umuma faik ve bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstat-
lık edip, on dört asırda, parlak bir surette ispat eden ve
nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyele-
rini ve usul-i dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir
nur, bir kemal bulamaz; sukut-i mutlaka mahkûmdur.
İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ ve endi-
şe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan
bîçareler! dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını
isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz; o, keyfini-
ze kâfidir. Haricinde ve gayrimeşru dairedeki bir lezzetin
içinde bin elem olduğunu sabık beyanatta elbette anladı-
nız. eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını sinema
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 69 |
o
n
ü
çünCü
S
öz
medar-ı iftihar:
övünme sebebi.
meşru:
şeriata uygun, haklı.
mu’cizatça:
mu’cizeler açısından.
muhafaza:
koruma.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz Hz.
Muhammed.
muvakkat:
geçici.
müptelâ:
tutkun.
nev-i beşer:
insan soyu, insanlar,
insan türü.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
saadet:
mutluluk.
sabık:
geçen.
saika:
sevk eden, yönlendiren.
sefihâne:
yasak zevk ve eğlence-
lere düşkün bir şekilde, beyinsiz-
ce.
sukut-i mutlak:
tam alçalış, tam
düşüş.
temin:
elde etme.
terbiye:
eğitme, yol gösterme.
terbiye-i esasiye:
temel terbiye.
terk etmek:
bırakmak, vazgeç-
mek.
umum:
bütün, genel.
usul-i din:
dinin temelleri.
üstat:
muallim, usta.
vasıtasıyla:
aracılığıyla.
vesselâm:
son söz budur.
zevk ve lezzet-i azîme:
büyük
tad ve lezzet.
zevk:
eğlenme, safa, tatma, lezzet
alma.
ahir:
son.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
âlûde:
birlikte, bulaşmış, karış-
mış.
beyanat:
açıklamalar.
bîçare:
çaresiz.
cihet:
yön.
ecnebi:
yabancı.
elem:
acı.
enbiya:
peygamberler.
endişe-i istikbal:
gelecek kay-
gısı.
esasat:
esaslar, temeller.
faik:
üstün.
gayrimeşru:
dine aykırı, ka-
nunsuz.
hâdisat:
hâdiseler, .
hakaik:
gerçekler, doğrular.
hariç:
dış.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
heveskârâne:
hevesine, gelip
geçici istek ve arzularına düş-
kün bir şekilde.
hükmüne:
yerine.
ihtiyar:
seçme, tercih etme.
iktifa:
yeterli bulma.
inkâr:
reddetme, inanmama.
ispat:
delil, kanıt.
istikbal:
gelecek zaman, .
kâfi:
yeter.
kemal:
olgunluk.
kemalât:
iyilikler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
keyif:
arzu, heves, istek.
lezzet:
zevk, haz, keyif.
lezzet-i azîme:
büyük lezzet.
lezzet-i gayrimeşrua:
dinen
helâl olmayan, yasaklanmış
lezzet.
mahkûm:
hükümlü, mecbur.
mazi:
geçmiş zaman.
medar:
sebep, vesile.
1...,59,60,61,62,63,64,65,66,67,68 70,71,72,73,74,75,76,77,78,79,...412
Powered by FlippingBook