İman ve Küfür Muvazeneleri - page 73

oraya giriyorlar. Ve oraya girinceye kadar, o helvanın
zehrinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar. Ve o büyük
ikramiye biletini alanlar, çendan görünmüyorlar ve zahi-
ren onlar da o darağacına çıktıkları görünüyor. Fakat,
onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye da-
iresine girmek için basamak yaptıklarını, milyonlar şahit-
ler var, haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız. en
büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zatlar, yüksek
sesle ilân ediyorlar ve haber veriyorlar ki: “o darağacına
gidenleri aynelyakîn, gözünüz ile gördüğünüz gibi, bu ik-
ramiye biletini tılsımcılar aldıklarını, hiç şek ve şüphesiz,
gündüz gibi kat'î biliniz” dedi.
İşte bu temsil gibi, zehirli bir bal hükmünde olan gay-
rimeşru dairedeki gençliğin sefahatkârâne zevkleri, hazi-
ne-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesika-
sı olan imanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan
ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, ay-
nen zahiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu
için genç, ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel cellâdı
başını kesmek için gelebilir. eğer o zehirli bal hükmünde
olan hevesat-ı gayrimeşruayı terk edip, tılsım-ı kur'ânî
olan iman ve feraizi elde etmekle ve fevkalâde mukadde-
rat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazine-
si biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiya aleyhimüs-
selâm ile beraber haddühesaba gelmeyen ehl-i velâyet ve
ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gös-
teriyorlar.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 73 |
o
n
ü
çünCü
S
öz
haber:
ilim, malûmat, bilgi.
haddühesaba gelmemek:
sonsuz
ve sınırsız olmak.
hazine:
define.
hazine-i ebediye:
ebedî ve sonu
olmayan hazine, cennet.
hevesat-ı gayrimeşrua:
haram
olan arzu ve istekler.
ihtiyar:
yaşlı.
ikramiye:
piyango.
ilân:
duyurma.
kabir:
mezar.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
mukadderat-ı beşer:
insanlığın
kaderi.
musibet:
sıkıntı.
müttefikan:
hep beraber, birlikte,
ittifak ederek, birleşerek.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
saadet-i sermediye:
sürekli mut-
luluk.
sefahatkârâne:
zevk ve eğlence-
ye aşırı düşkün olarak.
şek:
zan, tereddüt.
temsil:
örnek, benzetme.
terk etmek:
bırakmak.
tılsım:
sır, gizem.
tılsımcı:
sihirbaz.
tılsım-ı kur’ânî:
Kur’ân’ın gayet
tesirli, derin hakikatleri, sırları.
vesika:
belge.
zahiren:
görünüşte, görünüşe gö-
re.
zat:
kişi.
zehir:
ağu, sem, öldürücü madde.
zevk:
hoşa giden veya çekici şey-
ler.
zulümat:
karanlıklar.
alâkadar:
ilgilenen, ilgili.
aleyhimüsselâm:
her türlü
esenlik ve mutluluk onların
üzerine olsun.
âsâr:
eserler, izler.
aynelyakîn:
gözle görür dere-
cede inanma.
cellât:
infaz memuru.
çendan:
gerçi, .
darağacı:
idam sehpası.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli.
ecel:
ölüm vakti, ölüm, haya-
tın sonu.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler; Allah
adamı.
ehl-i velâyet:
erenler, Allah’ın
dostluğunu kazananlar.
enbiya:
peygamberler.
feraiz:
farzlar, Allah’ın kesin
emirleri.
fevkalâde:
olağanüstü.
gayrimeşru:
helâl olmayan,
dine aykırı.
1...,63,64,65,66,67,68,69,70,71,72 74,75,76,77,78,79,80,81,82,83,...412
Powered by FlippingBook