İman ve Küfür Muvazeneleri - page 58

S
ekizinCi
S
öz
| 58 |
iMan ve küfür Muvazeneleri
intizar:
ümit ederek bekleme.
iştiyak:
aşırı istek.
kanaat:
razı olmak.
keyif:
neşe, mutluluk.
lâyık:
uygun, hak etme.
leziz:
çok lezzetli.
mahbup:
sevilen.
mahpus:
hapis.
manen:
mana itibarıyla.
marifet:
bilgi, bilme, tanıma.
maruz:
uğrayan.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
Mihmandar-ı kerîm:
dünya
misafirhanesinde kullarına yar-
dım eden ve nimet veren Rab-
bimiz.
misafir:
konuk.
muzlim:
karanlık, korkutucu.
müskir:
sarhoş edici içki.
müstahak:
hak eden.
müşteri:
alıcı.
numune:
örnek
seyir:
gezmek.
şefkat:
karşılıksız sevgi.
şekva:
şikâyet etmek, sızlan-
mak.
tacil:
hızlandırma, çabuklaş-
tırma.
tahayyül:
hayalinde canlan-
dırma.
tahkir:
horlamak, aşağılamak.
talip:
isteyen.
tehir:
erteleme.
telezzüz:
tat ve zevk almak.
temaşa:
hoşlanarak bakmak.
ünsiyet:
dostluk, yakınlık.
vahşet:
dehşete düşmüşlük;
korku ve ürküntü hâli.
vahşî:
yırtıcı; dehşet verici.
vaziyet:
durum, hâl.
zahiren:
görünüşte.
ziyafet:
yemekli toplantı.
zulmetmek:
eziyet vermek.
zulümatlı:
korkunç, karanlık.
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran.
ahbap:
dostlar, sevilenler.
asıl:
aslı, bizzat kendisi.
azap:
ceza, işkence; dünyada gü-
nah işlemiş olanlara ahirette veri-
lecek ceza.
aziz:
sevgili, dost.
bahtiyar:
bahtlı, mutlu, kutlu.
basiretsizlik:
ileri görüşlü olma-
maklık.
bedbaht:
bahtsız, mutsuz.
dost:
arkadaş.
evham:
kuruntular.
garip:
normal olmayan, acayip.
hakikat:
gerçek.
havf:
korku.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hükmünde:
imiş gibi, gibi.
ibret:
uyanıklığa sebep olan.
ibret, tatlı bir havf, mahbup bir marifet içinde garip şey-
leri seyir ve temaşa ediyor.
Hem, o bedbaht, vahşet ve me’yusiyet ve kimsesizlik
içinde azap çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit
ve iştiyak içinde telezzüz ediyor.
Hem, o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumu-
na maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar
ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu Mihmandar-ı
kerîm’in acip hizmetkârları ile ünsiyet edip eğleniyor.
Hem, o bedbaht, zahiren leziz manen zehirli yemişle-
ri yemekle azabını tacil ediyor. zira, o meyveler, numu-
nelerdir; tatmaya izin var. tâ, asıllarına talip olup, müş-
teri olsun. Yoksa, hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve
şu bahtiyar ise tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve in-
tizar ile telezzüz eder.
Hem, o bedbaht, kendi kendine zulmetmiş. gündüz
gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliği
ile kendisine muzlim ve zulümatlı bir evham, bir cehen-
nem şekline getirmiş. ne şefkate müstahaktır. Ve ne de
kimseden şekvaya hakkı vardır. Meselâ, bir adam, güzel
bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde,
hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip, kendini pis
müskirlerle sarhoş edip, kendisini kış ortasında canavar-
lar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağla-
maya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine
zulmediyor, dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte
bu bedbaht dahi öyledir.
1...,48,49,50,51,52,53,54,55,56,57 59,60,61,62,63,64,65,66,67,68,...412
Powered by FlippingBook