İman ve Küfür Muvazeneleri - page 30

bir hazine-i rahmet kapısını bulur. dua ile çalar. Hem her
şeyi kendi rabbisinin emrine musahhar görür. rabbisine
iltica eder; tevekkül ile istinat edip, her musibete karşı ta-
hassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tamme verir.
Evet, her hakikî hasenat gibi, cesaretin dahi menbaı
imandır, ubudiyettir.
(1)
Her seyyiat gibi, cebânetin dahi
menbaı dalâlettir.
(2)
evet, tam münevverülkalp bir âbidi, küre-i arz bomba
olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki harika
bir kudret-i samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyrede-
cek. Fakat, meşhur bir münevverülakıl denilen kalpsiz
bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yer-
de titrer. “Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın
mı?” der, evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan ko-
ca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk et-
tiler.)
evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu hâlde,
sermayesi hiç hükmünde bir şey. Hem nihayetsiz musi-
betlere maruz olduğu hâlde, iktidarı hiç hükmünde bir
şey. Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye ye-
tişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve
belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gi-
dinceye kadar geniştir.
İşte bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-i
beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim ne kadar azîm bir
kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör
olmayan görür, derk eder. Malûmdur ki, zararsız yol,
âbid:
ibadet eden.
âciz:
güçsüz, eli ermez.
âdeta:
sanki.
arz:
yer, dünya.
arzu:
istek.
azîm:
büyük.
belâ:
büyük zarar ve sıkıntıya yol
açan olay.
cebânet:
korkaklık.
cesaret:
yüreklilik, gözüpeklik.
daire:
alan.
dalâlet:
hak ve hakikatten, din-
den ayrılma; sapkınlık.
derece:
seviye.
derk etme:
iyice anlama.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
elem:
üzüntü, sıkıntı, acı.
emel:
şiddetli istek, gaye.
emniyet-i tamme:
sonsuz güven.
evham:
olmayan bir şeyi olur zan-
nı ile zihne gelen kuruntular.
fasık:
büyük günahları işleyen,
günahkâr.
feylesof:
filozof, felsefeci.
hakikî:
gerçek.
hâlde:
durumda.
hane:
ev.
harika:
imkânların üstünde olan
şey.
hasenat:
hayırlar, iyilik ve güzel-
likler.
hayalî:
hayale ait.
hayret:
şaşkınlık.
hazine-i rahmet:
rahmet hazine-
si.
hiç:
yok olan, değersiz.
hükmünde:
kıymetinde.
ibadet:
kulluk vazifesi.
ihtimal:
mümkün olma, olabilir-
lik.
iktidar:
güç, kuvvet.
iltica:
sığınma.
iman:
Resul-i Ekremin tebliğ etti-
ği inanç esaslarını tasdik etmek.
istinat:
dayanma, güvenme.
kalpsiz:
vicdansız, duygusuz.
kâr:
kazanç.
kudret-i samedâniye:
hiçbir şe-
ye muhtaç olmayan ve her şey
kendisine muhtaç olan Allah’ın
gücü.
küre-i arz:
yer küre; dünya.
lezzet:
tat.
malûm:
bilinen.
maruz olmak:
bir şeyden etki-
leniyor olmak.
menba:
kaynak, merkez.
meşhur:
ünlü, herkesçe bilinen.
muhtaç:
ihtiyaç duyan.
musahhar:
itaat eden, boyun
eğen; itaatkâr.
musibet:
belâ, felâket.
münevverülakıl:
aklı yalnız
bilim ile aydınlanmış olan.
münevverülkalp:
kalbi nur-
lanmış, imanla aydınlanmış
olan.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
iyilik, ihsan.
rab:
besleyen, yetiştiren, ter-
biye eden Allah.
ruh-i beşer:
insan ruhu.
saadet:
mutluluk.
sermaye:
ana para, iş yapabi-
leceği her türlü imkân ve gü-
cü.
serseri:
başıbozuk.
seyyiat:
kötülükler, günahlar.
tahassun:
sığınma, korunma.
terk:
bırakma, ayrılma.
teslim:
bir emaneti sahibine
verme.
tevekkül:
sebeplere sarıldık-
tan sonra neticesini Allah’a bı-
rakma.
tevhid:
birleme, Allah’ın bir
olduğuna ve Ondan başka ilâh
olmadığına inanma.
ubudiyet:
kulluk, kul olduğu-
nu bilip Allah’a itaat etme.
vakit:
zaman, an.
1.
Bkz. Âl-i İmran Suresi: 173.
2.
Bkz. Âl-i İmran Suresi: 173; Enfal Suresi: 12.
ü
çünCü
S
öz
| 30 |
iMan ve küfür Muvazeneleri
1...,20,21,22,23,24,25,26,27,28,29 31,32,33,34,35,36,37,38,39,40,...412
Powered by FlippingBook