İman ve Küfür Muvazeneleri - page 26

iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor.
Her tarafta bir sürur, bir şehrayin, bir cezbe ve neşe için-
de zikirhaneler… Herkes ona dost ve akraba görünür.
Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhi-
sat-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile
mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işiti-
yor. evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın ele-
mi ile müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar hem kendi,
hem umum halkın süruru ile mesrur ve müferrah olur.
Hem güzelce bir ticaret eline geçer; Allah’a şükreder.
sonra döner, öteki adama rast gelir, hâlini anlar. ona
der: “Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler,
zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisatı
soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına
al, kalbini temizle. tâ şu musibetli perde senin nazarın-
dan kalksın. Hakikati görebilesin. zira nihayet derecede
adil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizamper-
ver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz
önünde asar-ı terakkiyat ve kemalât gösteren bir memle-
ket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”
sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder:
“evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden ra-
zı olsun ki, cehennemî bir hâletten beni kurtardın” der.
ey nefsim! Bil ki, evvelki adam kâfirdir veya fasık ga-
fildir. Şu dünya onun nazarında bir matemhane-i umu-
miyedir. Bütün zîhayat firak ve zeval sillesiyle ağlayan
yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parça-
lanan kimsesiz başıbozuklardır. dağlar ve denizler gibi
i
kinCi
S
öz
| 26 |
iMan ve küfür Muvazeneleri
adil:
adaletli.
ahz-ı asker:
asker alımı.
akraba:
yakın.
aksetmek:
ışığın bir yere vurma-
sı, yansımak; yayılmak.
asar-ı terakkiyat:
ilerleme, geliş-
me eserleri.
bahtiyar:
bahtlı, mutlu.
başıbozuk:
düzensiz.
bâtın:
iç yüz.
bedbaht:
kötü bahtlı, mutsuz.
bedel:
karşılık.
Cehennemî:
Cehennem gibi.
cezbe:
Allah’ı zikredip, Allah sev-
gisiyle kendinden geçer bir hâle
gelme.
divane:
deli.
dost:
sevilen insan.
ecel:
her mahlûkun ve canlının
Allah tarafından takdir edilen ölüm
vakti.
elem:
sıkıntı, acı.
evvelki:
önceki.
fasık:
günahkâr, günaha giren.
firak:
ayrılık.
gafil:
iyi düşünmeyen.
hakikat:
gerçek.
hâl:
durum.
hâlet:
hâl, durum.
intizamperver:
tertip ve düzeni
çok seven.
işret:
içki içme.
kâfir:
dinsiz.
kemalât:
mükemmellikler.
matemhane-i umumiye:
herke-
sin yas tuttuğu bir yer.
melik:
mülk sahibi, ülke sahibi;
padişah.
memleket:
yaşanılan şehir, yurt.
merhametkâr:
merhamet eden.
mesrur:
sevinçli.
mesrurâne:
sevinçli bir şekilde.
muktedir:
kuvvetli, güç sahibi.
musibet:
belâ, başa gelen acı du-
rumlar.
musiki:
güzel sesler.
müferrah:
rahat.
müşfik:
şefkatli.
müteellim:
üzüntülü ve sıkıntılı;
acı çeken.
nazar:
bakış, düşünme.
nedamet:
pişmanlık.
nefis:
kendi, şahıs.
neşe:
sevinç.
nihayet:
son.
pençe:
etkisinden kurtulmak
imkânsız olan güç.
raiyetperver:
halkını seven ve
onları iyi idare eden.
rast gelmek:
karşılaşmak, rast-
lamak.
razı olmak:
hoşnut olmak.
sille:
tokat.
suret:
biçim, şekil.
sürur:
neş’e, sevinç.
şehrayin:
panayır yeri.
şükretme:
Allah’ın nimetleri-
ne karşı memnunluk göster-
me.
talan etme:
yağmalama.
tehlil:
“Lâ ilâhe illallah” sözü-
nün tekrar edilmesi.
tekbir:
“Allah en büyüktür”
manasına gelen “Allahü Ek-
ber” kelimesini söyleme.
terhisat:
terhisler, serbest bı-
rakmalar.
terhisat-ı umumiye:
genel sa-
lıverilme, serbest bırakılma.
teşekkür:
yapılan bir iyiliğe
karşı duyulan hoşnutluğu an-
latmak.
tevehhüm:
yok olanı var zan-
netmekle, kuruntuya kapılmak.
ticaret:
alım ve satım sonucu
elde edilen kazanç.
umum:
hep, bütün; umumî:
genel, tamamı.
vehim:
belirsiz ve manasız
korku.
yetim:
babası ölmüş çocuk.
zahir:
dış yüz.
zeval:
sona erme, yok olma.
zîhayat:
hayat sahibi.
zikirhane:
Allah’ın zikredildiği
yer.
1...,16,17,18,19,20,21,22,23,24,25 27,28,29,30,31,32,33,34,35,36,...412
Powered by FlippingBook