İşte bu insan âlemini bu zulümat içinde gördüğüm an-
da, kalp ve ruh ve aklımla, bütün letaif-i insaniyem, belki
bütün zerrat-ı vücudum feryat ile ağlamaya hazır iken, bir-
den kur’ân’dan gelen nur ve kuvvet-i iman, o dalâlet
gözlüğünü kırdı, kafama bir göz verdi. gördüm ki, Ce-
nab-ı Hakkın
Âdil
ismi
Hakîm
burcunda,
Rahmân
ismi
Kerîm
burcunda,
Rahîm
ismi
Gafûr
burcunda, yani mâ-
nâsında;
Bâis
ismi
Vâris
burcunda;
Muhyî
ismi
Muhsin
burcunda,
Rab
ismi
Malik
burcunda birer güneş gibi tulû
ettiler. o karanlıklı insan âlemi içinde çok âlemler bulu-
nan umûmunu ışıklandırdılar, şenlendirdiler; cehennemî
hâletleri dağıtıp, nuranî ahiret âleminden pencereler açıp,
o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. zerrat-ı kâinat
adedince
(1)
! o
ôr
µ°t
ûdn
G ,! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim. Ve aynelyakin gör-
düm ki; imanda manevî bir cennet ve dalâlette manevî
bir cehennem bu dünyada da vardır” yakinen bildim.
sonra, küre-i arzın âlemi göründü. o seyahat-i hayali-
yemde dine itaat etmeyen felsefenin karanlıklı kavanin-i
ilmiyeleri hayalime dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa
top güllesinden daha sür’atli hareketiyle yirmi beş bin
sene mesafeyi bir senede gezip devreden ve her vakit
dağılmaya ve parçalanmaya müstait ve içi zelzeleli, çok
ihtiyar ve çok yaşlı küre-i arz içinde ve o dehşetli gemi
üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat eden bîçare
nev-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde
göründü. Başım döndü, gözüm karardı. Felsefenin
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 17 |
m
ühim
B
ir
S
uale
C
evap
uygun ve hikmetle yaratan, hik-
met sahibi Allah.
hâlet:
hâl, suret, keyfiyet.
iman:
inanma, inanç, itikat, tasdik.
itaat:
dinin emrettiklerini yerine
getirip yasaklarından kaçınma.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kavanin-i ilmiye:
ilmin kanunları,
ilimle ilgili kanunlar.
kerîm:
yarattıklarına karşılık bek-
lemeden bağışta bulunan, kulları-
na nimetler ihsan eden, günahları
örten, günah işleyen affeden, Al-
lah.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
küre-i arz:
arz küresi, yer yuvarla-
ğı, dünya, yer küre.
letaif-i insaniye:
insanın manevî
duyguları.
Malik:
sahip.
mesafe:
uzaklık, uzunluk.
Muhsin:
ihsan eden, iyilik yapan,
bağışta bulunan.
Muhyî:
ölüleri dirilten, hayat ve-
ren Allah.
müstait:
mütemayil, meyilli.
nev-i insan:
insan çeşidi, insan
cinsi, insanoğlu.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık, ziya,
ışık, şule.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
perişan:
acınacak hâlde bulunan,
derbeder.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahman:
şefkatli merhametli ko-
ruyan Allah.
seyahat:
yolculuk, uzun yolculuk.
seyahat-i hayaliye:
hayal ile yapı-
lan yolculuk.
tulû:
doğma, doğuş.
umum:
bütün.
vahşet:
ıssızlık, tenhalık, yalnızlık.
vaziyet:
durum, hal.
yakînen:
yakîn olarak, hiç şüphe
edilecek bir tarafı bulunmaksızın,
şüpheye düşmeden.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zerrat-ı kâinat:
kâinat zerreleri,
kâinattaki atomlar.
zulümat:
karanlıklar.
âdil:
adaletli olan, doğruluk
gösteren.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, cihan.
aynelyakin:
gözle görür dere-
cede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
Bâis:
yeniden yaratan, dirilten.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cehennemî:
cehenneme has,
cehenneme ait, cehennem gi-
bi, (sıcak veya yakıcı).
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şe-
ref ve azamet sahibi yüce Al-
lah.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
felsefe:
dine dayanmayan,
hakikati bulamayan, hakikat-
lara sırt çeviren, çelişkiler için-
de bocalayan düşünce siste-
mi.
feryat:
haykırma, çığlık.
Gafûr:
mağfiret eden, suç ba-
ğışlayan, merhamet eden, gü-
nahları bağışlayan Allah.
gülle:
top mermisi.
had:
sınır, son.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
1.
Allah’a hamd olsun, Allah’a şükrolsun.