İman ve Küfür Muvazeneleri - page 19

Buasırdaikincibirdehşetlihâl:
eski zamanda
küfr-i mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-i inadî-
den gelen temerrüt bu zamana nispeten pek azdı. onun
için eski İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o za-
manda tam kâfi olurdu. küfr-i meşkuku çabuk izale eder-
lerdi. Allah’a iman umumî olduğundan, Allah’ı tanıttır-
makla ve cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefa-
hatlerden, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise; eski
zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi
bir kasabada yüz tane bulunabilir. eskide fen ve ilim ile
dalâlete girip inat ve temerrüt ile hakaik-ı imana karşı çı-
kana nispeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu müte-
merrit inatçılar firavunluk derecesinde bir gurur ile ve
dehşetli dalâletleriyle hakaik-ı imaniyeye karşı muaraza
ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi,
bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir
hakikat-i kudsiye lâzımdır ki, onların tecavüzatını durdur-
sun ve bir kısmını imana getirsin.
İşte, Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zama-
nın tam yarasına bir tiryak olarak kur’ân-ı Mu’cizülbe-
yan’ın bir mu’cize-i maneviyesi ve lemaatı bulunan risa-
le-i nur, pek çok muvazenelerle en dehşetli muannit mü-
temerritleri, kur’ân’ın elmas kılıcı ile kırıyor ve kâinat
zerreleri adedince vahdaniyet-i İlâhiyeye ve imanın haki-
katlerine hüccetleri, delilleri gösteriyor ki, yirmi beş se-
neden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlûp olmayıp,
galebe etmiş.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 19 |
m
ühim
B
ir
S
uale
C
evap
Kur’ân-ı Kerîm.
küfr-i inadî:
inada dayalı küfür,
inattan doğan küfür, inattan kay-
naklanan küfür; gerçekleri görmek
istememe.
küfr-i meşkuk:
şüpheli küfür,
“Acaba yanlış mı düşünüyorum,
yoksa Allah var mı?” diye şüpheye
düşme.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız kü-
für, mutlak küfür, hiç bir imanî
hükmü, delili, hakikati kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkâr.
lemaat:
lem’alar, parıltılar, parla-
yışlar.
memleket:
bir devletin toprağı, ül-
ke, yurt, vatan, diyar.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muaraza:
birbirine karşı gelme.
muhakkik:
tahkik eden, gerçeği
araştıran, gerçeği araştırıp bulan,
bir şeyin iç yüzünü inceleyerek
vakıf olan.
muvazene:
ölçü, kıyas, mukaye-
se.
mütemerrit:
temerrüt eden, dik
başlılık eden, dik başlı, inatçı; kötü
fiilinde direnen, inatlaşan.
nispeten:
nispet olarak, nispetle,
kıyaslayarak, öncekine göre, bir
dereceye kadar.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
şükür:
görülen bir iyiliğe karşılık
hoşnutluk, memnunluk ve min-
nettarlık ifade etme, teşekkür.
tecavüzat:
saldırılar, tecâvüzler.
temerrüt:
inat etme, karşı koyma,
hakkı kabulde direnme, inatçılık,
dikbaşlılık.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
umumî:
umuma ait, umumla ilgili,
herkesle alâkalı, herkese ait.
vahdaniyet-i ilâhiye:
İlâhî birlik,
Allah’ın bir, tek olması.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, molekül, atom.
ziyade:
çok, fazla.
asır:
yüzyıl.
azap:
günahlara karşı ahirette
çekilecek ceza.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şe-
ref ve azamet sahibi yüce Al-
lah.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
delil:
kanıt.
galebe:
galip gelme, yenme,
üstünlük.
had:
sınır, son.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hüccet:
delil, ispat, burhan; bir
iddiânın doğruluğunu ispat
için gösterilen vesika, senet.
ihtar:
dikkatini çekme, tenbih,
uyarma, uyarı.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
inat:
bir konuda, bir hususta
ısrarlı olma, sözünde ayak di-
reme, dikine gitme, vaz geç-
meme.
izale:
yok etme, giderme.
kâfî:
yeter, yeterli.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kasaba:
şehirden küçük, köy-
den büyük, henüz kırsal özel-
liklerini yitirmemiş olan yerle-
şimmerkezi.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm; beyanı beşer
takatinin haricinde olan
1...,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18 20,21,22,23,24,25,26,27,28,29,...412
Powered by FlippingBook