Heves tahakküm eder. Heva da müstebittir. gayr-i zaru-
rî hacatı havaic-i zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti
rahat.
Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet
yüz şeye muhtac-ı fakir etmiştir. sa’y-i helâl, masrafa
etmemiştir kifayet.
onda hile, harama beşeri sevk etmiştir. Ahlâkın esasını
şu noktadan bozmuştur. Cemaate, hem nev’e, vermiş-
tir servet, haşmet.
Ferd-i şahsı ahlâksız, hem fakir eylemiştir. Bunun şahidi
çoktur: kurun-i Ulâdaki mecmu-i vahşet ve cinayet,
hem gadir ve hem hıyanet,
Şu medeniyet-i habise tek bir defada kustu. Midesi
(HaşİYe)
daha bulanır. Âlem-i İslâm’daki istinkâf-ı manidar, hem
de bir cây-ı dikkat.
kabulde muztariptir, soğuk da davranmıştır. evet, Şeri-
at-ı garrada olan nur-i İlâhî, hassa-i mümtazıdır istiğ-
na-i istiklâliyet.
o hassadır, bırakmaz ki o nur-i hidayet, şu medeniyet ru-
hu olan roma dehası ona tahakküm etsin. onda olan
hidayet,
me.
hidayet:
dinin gösterdiği hak yol.
hile:
aldatma, desise ve yalan.
hükmüne:
değerine, yerine.
istiğna-i istiklâliyet:
tam bağım-
sızlık, kimseye minnet duymama.
istinkâf-ı manidar:
anlamlı çe-
kimserlik.
izale etme:
gidermek.
kifayet:
yetme, yetişme.
kurun-i Ulâ:
ilk çağ.
masraf:
gider.
mecmu-i vahşet:
vahşîlik, kural
tanımazlıkların hepsi.
medeniyet:
şehirlilik, toplumda
yaşama ve kurallara uygun dav-
ranma, uygarlık,.
medeniyet-i habise:
medeniyetin
çirkin yönü.
muhtac-ı fakir:
şiddetle ihtiyaç
duyan.
muhtaç:
ihtiyaç sahibi.
muztarip:
sıkıntılı.
müstebit:
baskıcı, zorba.
nevi:
tür, çeşit.
nur-i hidayet:
doğru yolda götü-
ren hidayet nuru.
nur-i ilâhî:
Allah’ın nuru.
roma dehası:
Allah’ı inkâr ve put-
perestlikten kaynaklanan dünya
servet ve haşmeti.
ruh:
öz.
sa’y-i helâl:
helâl kazanç.
servet:
zenginlik.
sevk:
yöneltme.
şahit:
bir olayı gösteren ve delil
olan şey.
şeriat-ı garra:
nurlu, parlak şeriat.
tahakküm:
hükmetme, baskı uy-
gulama.
tek:
bir.
ahlâk:
insanlık seciyesi, yaratı-
lışta insanlığın gereği olan gü-
zel davranışlar.
ahlâksız:
insanlık şerefine ya-
kışmayan işler, davranışlar ya-
pan.
âlem-i islâm:
Müslümanların
yaşadığı coğrafya, İslâm dün-
yası.
bedavet:
göçebe devri.
beşer:
insan, insanlık, âde-
moğlu.
cây-ı dikkat:
dikkate değer.
cemaat:
topluluk, bir amaca
yönelmiş gurup.
cinayet:
büyük suç, insanlık
suçları, toplumun tümünü ilgi-
lendiren cinayetler.
defa:
kere.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
esas:
temel prensip.
eylemek:
yapmak.
fakir:
muhtaç, ihtiyacı olan.
ferd-i şahıs:
birey olarak in-
san.
gadir:
acımasızlık, zulüm.
gayr-i zarurî:
gereksiz.
hacat:
ihtiyaçlar.
haram:
hakkı olmayan şey, di-
nin yasakladığı şeyler.
harb-i umumî:
dünya savaşı.
hassa:
özellik.
hassa-i mümtazı:
seçkin özel-
lik.
haşiye:
dipnot.
haşmet:
görkemlilik, ihtişam.
havaic-i zarurî:
yemek, iç-
mek, giyinmek gibi temel ihti-
yaçlar.
heva:
nefsin arzu ve istekleri.
heves:
istek, arzu; gelip geçici
istek; nefsin hoşuna giden is-
tek; akıl dışı istek; zevk, eğlen-
ce.
hıyanet:
ihanet, kötülük et-
HaşİYe:
demek daha dehşetli kusacak. evet, iki harb-i umumî ile öyle
kustu ki, hava, deniz, kara yüzlerini bulandırdı, kanla lekeledi.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 675 |
l
emaaT