Hayat içinde hayattır hüsnüzanda emeli. suizanla yeistir,
saadet muharribi, hem de hayatın katili.
• • •
Bir Meclis-i Misalîde Şeriatla Medeniyet-i Hâzıra,
Deha-i Fennî ile Hüda-i Şer’î Muvazeneleri
Birinci Harbin Mütareke başında, bir Cuma gecesinde bir
rüya-i sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde
benden sual ettiler:
“Mağlûbiyet sonunda İslâm’ın âleminde ne hâl peyda ola-
cak?” Asr-ı hâzır mebusu sıfatıyla söyledim; onlar da
dinlediler.
eski zamandan beri istiklâl-i İslâm’ın bekası, hem kelime-
tullahın i’lâsı için, farz-ı kifaye-i cihadı, o lâzıme-i diya-
net,
deruhte ile, kendini yekvücud-i vahdanî, İslâm’ın âlemi-
ne fedaya vazifedar, hilâfete bayraktar görmüş olan bu
devlet,
Şu millet-i İslâm’ın felâket-i mazisi, getirecek de elbet İs-
lâm’ın âlemine saadet ve hürriyet. olur geçen musibet
İstikbalde telâfi. üçü veren, üç yüzü kazandıran, etmiyor
elbette hiç hasaret. Hâlini istikbale tebdil eder, zîhim-
met.
zira ki şu musibet, hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuv-
vet, tesanüd-i İslâm’ı harikulâde etti. İnkişaf-ı uhuvvet,
kelimetullah:
Allah’ın ismi.
lâzıme-i diyanet:
dinin ve dindar-
lığın gereği.
mağlûbiyet:
yenilgi.
mâye:
kaynak, temel, esas.
mebus:
görevli temsilci, vekil.
meclis-i azîm:
büyük meclis.
meclis-i misalî:
temsilcilerin top-
landığı ve önemli kararların alındı-
ğı kurul.
medeniyet-i hâzıra:
günümüz
medeniyeti, Batı medeniyeti.
millet-i islâm:
İslâmmilleti,.
misalî âlem:
görüntüden ibaret
olan rüya âlemi.
muharrip:
yıkan, tahrip eden.
musibet:
belâ ve felâket.
muvazene:
kıyaslayarak değer-
lendirme, ölçü, karşılaştırma.
mütareke:
Mondros ateşkes ant-
laşması.
peyda olmak:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
rüya-i sadıka:
yorumu gerçek çı-
kan ve doğru rüya.
saadet:
mutluluk.
sıfat:
kimlik, özellik.
sual:
soru.
suizan:
kötü ve karamsar düşün-
ce, başkaları hakkında art niyetli
olma.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met; karşılıksız yardım etme.
şeriat:
din; Allah’ın emri, İlâhî ka-
nun.
tebdil:
değiştirme.
telâfi:
eksiği giderme, tamamla-
ma.
tesanüd-i islâmî:
İslâm’ın emretti-
ği dayanışma.
uhuvvet:
kardeşlik.
vazifedar:
görevli, görevine çok
bağlı.
yeis:
gelecek konusunda ümitsiz
ve karamsar düşünme.
yekvücud-i vahdanî:
tek bir be-
den hâlinde.
zîhimmet:
din-millet sevgisi ve
gayretine sahip.
zira:
çünkü.
âlem:
dünya.
asr-ı hâzır:
içinde bulunduğu-
muz çağ.
bayraktar:
önde bayrak taşı-
yan.
beka:
devamlılık, süreklilik.
birinci harb:
I. Dünya Savaşı.
deha-i fennî:
aklın fennî bilim-
lerden faydalanarak gösterdiği
harikalar.
deruhte:
üzerine görev olarak
alma.
elbette:
kesinlikle.
emel:
ümit, gelecek ile ilgili
hayaller.
farz-ı kifaye-i cihad:
bir kısım
da olsa, Müslümanların mutla-
ka yapması gereken ve bu şe-
kilde farz olan cihad.
feda:
uğruna verme, gözden
çıkarma.
felâket-i mazi:
geçmişte ya-
şanan felâket.
hâl:
içinde bulunulan durum.
harikulâde:
şaşırtıcı, olağa-
nüstü mükemmel,.
hasaret:
zarar, kayıp.
hayat:
yaşayış, yaşama.
hilâfet:
Halifelik, Hz. Peygam-
ber’in vekillliği, Hz. Peygam-
ber’e vekil olarak müslüman-
ları ve İslâmlığı koruma görevi.
hüda-i şer’î:
dinin insanları iyi
ve hayra yönlendirmesi.
hürriyet:
özgürlük.
hüsnüzan:
iyi ve güzel düşün-
ce, başkaları hakkında iyi ni-
yetli olma.
i’lâ:
yükseltme, yüceltme.
inkişaf-ı uhuvvet:
kardeşlik
duygusunun gelişmesi.
islâm âlemi:
İslâm dünyası.
istikbal:
gelecek.
istiklâl-i islâm:
Müslümanla-
rın bağımsızlığı, hürriyeti.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 671 |
l
emaaT