Hulâsatü’l-hulâsa
: Meşrutiyet, seyf-i elmas-ı şeriatı el-
de tutmak zarurîdir; tâ ki, üç şecere-i zakkumu esasıyla
kessin, o üç define-i cevahiri veyahut şecere-i tubayı mu-
hafaza etsin.
•
Birinci şecere-i zakkum
, Avrupa’nın hakkımızda
zann-ı fasidi ve onun semeresi olan hiss-i nefret ve mer-
hametsizlik ve şematettir. zira İslâmiyet’in mâni-i terak-
ki ve müsaid-i istibdat olduğunu hataen zannetmişlerdi.
•
ikinci şecere-i zakkum
, maden-i ahlâk-ı seyyie ve
medeniyetin en büyük seyyiesi olan dinsizliktir. Bu şece-
re-i zakkumun zemin-i şûresi budur ki, eğer her kemale
muhit olan din-i İslâmî yalnız vicdana sıkıştırılsa, din bir
tarafta kalır ve hamele-i şeriat tebaiyet hükmüyle geri ka-
larak gitgide inhitat ederek o şecere-i zakkum müsait ze-
min bulacaktır. zira herkes tebaî ve sathî nazarıyla dine
nazar ederek dikkatsizlik ve taassup ile dine karışmış
olan bazı hikâyat-ı İslâmiye ve teşbihat-ı İsrailiyat ki, ba-
zı avam-ı nâs onları akide ve hakikat ve İslâmiyet’ten te-
lâkki etmişlerdir. onlar da avam gibi akide ve hakikat
zannedeceklerinden, fünunlara muhakeme ettikleri vakit
kalb hastalığı mesabesinde olan zaaf-ı akideye müptelâ
olacaklardır.
•
üçüncü şecere-i zakkum
, nifak ile anasır-ı İslâmiye-
yi tefrikaya ve efradın kalblerini teşettüte ve efkâr-ı umu-
miyeyi çatallaştırmaya ve hükûmeti izmihlâle verecektir.
zira en âmî ve cebîn, en has ve cesur gibi hiss-i diyanet-
le mütehassis, din namıyla ne telkin olunsa ruhunu feda
akide:
inanç, iman.
âmî:
bilgisiz, cahil.
anasır-ı islâmiye:
Müslüman un-
surlar, milletler.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
avam-ı nâs:
insanlar okuma yaz-
ması az, fikren zayıf olanları.
cebîn:
korkak, cesaretsiz.
define-i cevahir:
cevherlerin defi-
nesi.
din-i islâmî:
İslâm dini.
efkâr-ı umumiye:
kamuoyu,
umumun düşüncesi, genel düşün-
ce.
efrat:
fertler.
fünun:
fenler.
hakikat:
gerçek, doğruluk; görü-
len bir şeyin aslı, esası.
hamele-i şeriat:
şeriatı taşıyanlar,
uygulayıp ayakta tutanlar.
hataen:
hata olarak, yanlışlıkla.
hikâyat-ı islâmiye:
İslâmiyet’e
dayanan hikâyeler.
hiss-i diyanet:
din duygusu.
hiss-i nefret:
nefret hissi.
hulâsatü’l-hulâsa:
sözün özü, ne-
ticenin de özeti.
inhitat:
kuvvetten düşme, güç
kaybetme.
izmihlâl:
yıkılma, çökme, alçalma.
kemal:
olgunluk, mükemmellik.
maden-i ahlâk-ı seyyie:
kötü ah-
lâkın kaynağı.
mâni-i terakki:
ilerlemeye ve
yükselmeye mâni, engel.
mesabe:
seviye, derece.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
muhafaza:
koruma.
muhakeme:
akıl yürütüp doğru
netice elde edebilme, tartma, de-
ğerlendirme, yargılama.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
müsaid-i istibdat:
istibdat ve bas-
kıya elverişli.
müsait:
uygun, münasip.
mütehassis:
hislenen, duygu-
lanan.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nifak:
ikiyüzlülük; bozguncu-
luk.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
semere:
meyve, güzel netice.
seyf-i elmas-ı şeriat:
şeriatın
elmas kılıcı.
Şecere-i Tuba:
cennetteki Tu-
ba ağacı.
şecere-i zakkum:
zakkum
ağacı; Cehennem ağacı.
şematet:
birinin kötü durum-
da olmasına veya düşmesine
sevinme.
taassup:
bir şeye veya kimse-
ye körü körüne aşırı bağlılık.
tebaî:
hakikî maksat olmayıp,
dolayısıyla olan.
tebaiyet:
tâbi olma, uyma.
tefrika:
ayrılık, bölünme.
telâkki:
anlama, kabul etme.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
teşbihat-ı israiliyat:
Yahudî
ve Hristiyanların inanç, ahlâk,
tarih ve efsaneye dayalı kültü-
ründen İslâm’a karıştığı bilinen
hikâyelerdeki teşbihler.
teşettüt:
dağınık olma, perişa-
niyet.
zaaf-ı akide:
akide zaafı, inanç
zayıflığı.
zann-ı fasit:
yanlış zan.
zarurî:
zorunlu.
zemin:
yer, temel.
zemin-i şûre:
verimsiz zemin,
verimsiz toprak.
m
akalâT
| 32 |
Eski said dönEmi EsErlEri