küllî sırrı o gece imdadıma geldi. gayet hasta, zaif,
me’yus bir hâlde, cüz’î bir hizmet edememekteki mane-
vî elîm hastalığıma öyle bir tiryak oldu ki, ben hakikaten
en sağlam hâllerimde ve en genç zamanlarımda, en
zevkli ve lezzetli evradımda bulamadığım bir manevî sü-
ruru hissettim. Ve hadsiz şükür edip, o dehşetli hastalığı-
ma razı oldum,
(1)
m
¿Én
en
R u
?o
c »/
a n
¿Én
°†n
en
Q p
ôr
¡n
°T p
äGn
ôp
°TÉn
Y p
On
ón
©p
H !ór
ªn
ër
dn
G
dedim.
(2)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉn
Ñr
dn
G
Kardeşiniz
SaidNursî
ì®í
Œ
3 3 6
œ
(3)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
üstadımız der:
“Benimle görüşmek isteyen aziz kardeşlerime beyan
ediyorum ki:
“İnsanlarla görüşmeye zaruret olmadıkça tahammü-
lüm kalmadığından, hem şimdi tesemmümden, zaafiyet-
ten, ihtiyarlıktan ve hasta bulunmuş olmaktan dolayı faz-
la konuşamıyorum. Buna mukabil, kat’iyen size haber
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beyan:
anlatma, açıklama.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
elîm:
çok dert ve keder veren, çok
acı verici, acıklı.
evrat:
virtler, okunması âdet olan
dinî dualar.
gayet:
son derece.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hâl:
durum, vaziyet.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi olan.
hizmet:
görev, vazife.
imdat:
yardım.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
küllî:
umumî, genel.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mukabil:
karşılık.
razı:
hoşnut olma.
sır:
gizli hakikat.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şükür:
teşekkür.
tahammül:
katlanma, hoş
davranma.
tesemmüm:
zehirlenme.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük,
dermansızlık.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
1.
Bütün zamanların Ramazan aylarının dakikalarının aşireleri adedince, Allah’a hamd olsun.
2.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
3.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
| 788 | Emirdağ Lâhikası – ıı