geçmesiyle, tam şifa verici bir merhem oldu. Ve bütün
zîhayatın hastalık ve elemlerinden şefkat sırrıyla bana
gelen teellüm marazını birden rahîmiyet-i İlâhiyenin
tecellisi ile, yani, mahlûkları yaratanın şefkat ve rahîmi-
yeti ve rahmeti tam kâfi olmasından, onların elemlerini
onlar için bir nevi lezzete veya mükâfata çevirdiğinden,
o rahmet-i İlâhiyeden daha ileri şefkati sürmek manasız
ve haksız olduğundan, şefkatten gelen elemi, bir mane-
vî sürura ve lezzete çevirdi. Yalnız merhem değil, belki
şifâ da verdi.
Ve en son ömrümde en ziyade kıymettar manevî bir
hazineyi kaybetmekteki manevî eleme karşı, nur’un has
şakirtlerinin herbirisi şirket-i maneviye sırrıyla umum
namına dahi dua ile ve amel-i sâlih ile çalıştıklarından,
hem
Elhüccetüzzehra
’da, hem
NurAnahtarı
’nda izah edi-
len teşehhüdde ve Fatiha’da bütün mevcudat ve zîhayat
cemaatinin dualarına ve tevhiddeki davalarına iştirak sure-
tiyle, hususan toprak, hava, su ve nur unsurları birer dil
olmasıyla, topraktan çıkan bütün hayat hediyeleri ve su-
dan mübarekât ve tebrikât ve havadan flükür ve ibadetin
temessülleri ve nur unsurundan maddî ve manevî tayyi-
batlar, güzellikler tarzında, teflehhütte ve Fatiha’da, kâi-
nattaki bütün nimetlerden gelen flükürler ve hamdler ve
bütün mahlûkatın, hususan zîhayatların küllî ibadetleri ve
bütün istiâneleri ve doğru yolda giden bütün ehl-i hakika-
te ve ehl-i imanın yolundan gidenlere, manevî refakat et-
mekle onların dualarına ve davalarına tasdik suretinde
âminlerle iştirak ederek, âmin demekle hissedar olmanın
Emirdağ Lâhikası – ıı | 787 |
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
mübarekât:
bereketli, uğurlu ve
hayırlı şeyler.
mükâfat:
ödül.
nam:
ad, isim.
nevi:
çeşit.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık, ziya,
ışık, şule.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
rahîmiyet-i ilâhiye:
Cenab-ı
Hakk’ın kullarına merhamet et-
mesi.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
refakat:
refiklik arkadaşlık.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şifa:
deva, ilaç.
şirket-i maneviye:
manevî şirket,
manevî ortalık.
şükür:
teşekkür.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tayyibat:
tayyibler, iyi ve güzel iş-
ler, hareketler.
tebrikât:
tebrikler, kutlamalar.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
teellüm:
elemlenme, tasalanma,
dertlenme, üzüntü duyma.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
teşehhüt:
şahadet getirme, na-
mazda ‘tahiyyat’ın oturarak okun-
ması.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
umum:
bütün.
unsur:
madde, esas, birleşik bir
şeyi meydana getiren elemanlar-
dan her biri.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
amel-i salih:
Allah rızasına uy-
gun hayırlı iş, dine uygun ha-
reket, davranış.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
cemaat:
topluluk.
dava:
takip edilen fikir, iddia,
ülkü.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah
adamı.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hususan:
bilhassa, özellikle.
istiane:
yardım isteme, yar-
dım dileme.
iştirak:
katılma, ortak olma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâfi:
yeterli.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
küllî:
umumî, genel.
maddî:
madde ile alâkalı.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafın-
dan yaratılmış olan.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maraz:
hastalık.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi
teskin eden şey.