imanın nurlarıyla mukabele etmektir. Çünkü o dinsizlik
cereyanı manevî tahribat nev’inden olduğundan karşısın-
da bir manevî mukabele olmalıdır. Hakaik-ı kur’âniyenin
lemaatı olan risale-i nur manevî tamirci bir atom bom-
bası olarak bu dalâlet cereyanına mukabele edebilir ve
etmifltir.
“
İ k inc i s i :
Bin seneden beri İslâmiyetin kahraman bir
ordusu ve bayraktarı olan türk milletine âlem-i İslâm’ın
adavetini izale etmek, türkler yine eskisi gibi İslâmiyetin
kahramanıdırlar kanaatini verdirmektir. Bu suretle 400
milyon hakikî kardeşleri bu millete kazandırmakla saa-
det-i hayatiyesine en ehemmiyetli bir hizmeti ifa eyle-
mektir ki, risale-i nur iman hakikatlerini bu vatanda
neşrederek bu azîm faydayı fiilen göstermiştir.
“risale-i nur’un bir talebesi, evvelce elinde nur risa-
leleriyle ve oradan çıkardığı mev’izelerle şark hudut böl-
gesinde rusların o zamanda o havalideki propagandala-
rını durdurmuştu. Bu suretle, birtek talebe bir ordu kadar
vatana, millete ve asayişe hizmet etmiştir. risale-i
nur’un gaye ve maksadı tamamen uhrevî ve rıza-i İlâhî
dairesinde imana hizmet etmek olduğundan, netice ver-
diği sair dünyevî iyilikler dolayısıyla, hayat-ı içtimaiyeye
ait bir faydasıdır.”
2.
otuz kırk seneden beri inzivada tecrit, hastalık ve
hapis gibi sebeplerle, zaruret olmadıkça insanlarla görüş-
meye tahammülü olmadığı için, hariçten gelen dostları-
nı daima hatırlarını kırarak onları geri çevirmesi ve
Emirdağ Lâhikası – ıı | 797 |
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin v.b.’ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
saadet-i hayatiye:
hayattaki mut-
luluk.
sair:
diğer, başka, öteki.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şark:
doğu.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
talebe:
öğrenci.
tecrit:
ayırma, bir tarafta tutma,
yalnız bırakma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
zaruret:
zorunluluk, mecburiyet.
adavet:
düşmanlık, husumet.
âlem:
dünya, cihan.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bayraktar:
bayrak taşıyan,
alemdar.
cereyan:
akım, fikir, sanat
veya siyaset hareketi.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyetli:
önemli.
evvelce:
daha önce.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçek-
ler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dışarı.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hizmet:
görev, vazife.
hudut:
sınırlar.
ifa:
bir işi yapma, yerine ge-
tirme.
iman:
inanç, itikat.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek
başına yaşama, dünya işlerin-
den vaz geçme, dünyadan el-
etek çekme.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
kanaat:
inanç, inanış.
lemaat:
lem’alar, parıltılar,
parlayışlar.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
neşir:
yayım, yayın.
nev:
tür, çeşit.