senedir bu hizmet-i imaniye için, benim hakkımda hab-
beyi kubbe yapıp, bir bardak suda fırtına çıkarıp beni tâ-
ciz ettikleri hâlde, sırf hizmet-i imaniyenin bir neticesi
olan asayiş için sabır ve tahammül ettim.
“Bir misali: Beş mahkeme huzurunda hiç benim kıya-
fetime ilişilmediği hâlde ve mütemadiyen gezdiğim hâlde
ve hatta İstanbul’da mahkememde yüz yirmi polis bulun-
duğu hâlde, aynı kıyafetime ilişmediler ve iki ay İstan-
bul’da yaya gezdiğim hâlde, mümanaat etmediler; ve iliş-
meye hiç kimsenin hakkı yok. Çünkü, hem münzevî,
hem de camie gitmiyor ve çarşıda kalabalık yerlerde gez-
miyor, yalnız otomobiliyle çıkıyor. İnsanlarla zaruret ol-
madan konuşmuyor, yalnız teneffüs için dağlar başında
ve hâlî yerlerde geziyor. Şimdi ehl-i dünyanın hiçbir hak-
kı yoktur ki vaziyetime, hâlime ilişsinler.”
Bir seyahat münasebetiyle ve otomobili içinde İstan-
bul’a en mühim bir mesele-i imaniye için gitmesinden,
şimdi İstanbul’un bazı resmî adamları yirmi cihette ka-
nunsuz bir tarzda kanun namına üstadımızı bir bardak
suda fırtına koparmak nev’inden, milyonlar fedakâr tale-
beleri bulunan bir zata sinek kanadı kadar bir ehemmi-
yeti olmayan bir mesele için resmî adamları yanına gön-
dermek olan yüz cihette ehemmiyetsiz, manasız ve bir
habbeyi yüz kubbe yapmak gibi bu şeye karşı üstadımız
diyor:
“Madem iman hizmetinde ihlâs-ı etemle, anarşiliği
durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve
anarşi:
her türlü düzen ve otori-
teye karşı koyarak karışıklığı mey-
dana getirme durumu.
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hakimiyetin sağlanması.
cihet:
yön, sebep, vesile.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
habbe:
tane.
hâlî:
boş, tenha, uzak.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i imaniye:
iman ve Kur’an
hakikatlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
ihlâs-ı etem:
tam ve mükemmel
ihlas, samimiyet.
iman:
inanç, itikat.
kıyafet:
kılık; bir şeyin dış görü-
nüşü.
| 802 | Emirdağ Lâhikası – ıı
kubbe:
gökyüzü, sema.
madem:
değil mi ki.
mana:
anlam.
mesele:
konu.
mesele-i imaniye:
imanî me-
sele, imanla ilgili mesele.
misal:
örnek, numune.
muhafaza:
koruma.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mümanaat:
mani olma, en-
gelleme.
münasebet:
vesile, -dan do-
layı.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nam:
ad.
nev:
tür, çeşit.
resmî:
devlet adına olan.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
taciz:
sıkıntı verme, tedirgin
etme.
tahammül:
zora dayanma,
sabretme, sabır gösterme.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
teneffüs:
soluklanma, rahat-
lama, dinlenme.
Üstad:
Bediüzzaman Said
Nursî.
vaziyet:
durum.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
zat:
şahsiyet.