“kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır.
Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi
men ediyorsunuz?”
Cevaben üstadımız dedi ki:
“Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların
dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve
mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi,
enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler
ve gazetelerle nazarları, mana-i harfîden mana-i ismî ile
tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbâlden
ziyade dünyevî istikbâli hayal edinmiş olmaları ile, eski
zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kıs-
men bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan
ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. öyle ziyaret ediyor-
lar. Ben de risale-i nur’daki azamî ihlâsı kırmamak için
ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyo-
rum. Hem Şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun,
okudukları Fatiha’lar o ruha gider.
“dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbet-
te vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevap
cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur ede-
cek” dedi.
HizmetindeBulunanTalebeleri
ì®í
arzu:
istek, heves, niyet.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cevaben:
cevap olarak, karşılık
şeklinde.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
Fatiha:
Kur’ân-ı Kerim’in birinci su-
resi.
firavun:
imansız, kâfir.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik, Al-
lah’tan uzaklaşıp nefsin arzularına
dalmak.
garp:
batı.
hakikat:
gerçek, esas.
heykel:
anıt, âbide.
hikmet:
gaye, maksat.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
| 810 | Emirdağ Lâhikası – ıı
bir karşılık beklemeksizin, sırf
Allah rızası için yapma.
istikbal:
gelecek.
kabir:
mezar.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
lillâh:
Allah için.
mana-i harfî:
bir şeyin kendi-
sini değil de sanatkârını, usta-
sını, sahibini bilip tanıtan
mana.
mana-i ismî:
bir şeyin bizzat
kendisine bakan ve kendisini
tanıtan manası.
men:
yasak etme, engelleme.
mevta:
ölmüş şahıs, ölüler, öl-
müşler.
muhalif:
muhalefet eden, bir
fiil ve düşünceye karşı zıt dü-
şüncede bulunan.
mukabil:
karşılık.
mumya:
Eski Mısırlıların, çürü-
mekten ve kokuşmaktan ko-
rumak için mumla ilâçladıkları
ceset, tahnit edilmiş ceset.
nazar:
bakış, dikkat.
nazar-ı beşer:
insanın bakışı.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şan:
şöhret, ün.
şark:
doğu.
şeref:
onur, haysiyet.
talebe:
öğrenci.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vasiyet:
bir kimsenin öldük-
ten sonra yapılmasını istediği
şeyler için, sağlığında verdiği
emir ve ısmarlama.
vefat:
ölüm, ölme. (insan hak-
kında.).
ziyade:
çok, fazla.