üstadımız, hakaik-ı imaniyeye gayet tesirli bir surette
hizmet etmekle, tamamen ahirete müteveccih olan bu
hizmetinin dünyevî bir faydası olarak, iman sebebiyle
kalblerde fenalığa karşı daimî bir yasakçı bırakmıştır.
onun neticesidir ki, asayişin teminine vesile olmuştur.
evet, üstadımız adalet-i hakikiyeyi ifade eden
(1)
…'
ôr
No
G n
Qr
Rp
h l
In
Qp
RGn
h o
Qp
õn
J n
’n
h
yani, “
Birisininhatasıylabaş-
kasımesulolamaz
” ayet-i kur’âniyesi ve “Bir masumun
hakkı yüz şerir için dahi feda edilemez” gibi düstur-i
kur’âniye gereğince, yüzde on zalimler yüzünden dok-
san masumlara zarar vermek, hakikî adalete, evamir-i
kur’âniyeye tamamen zıttır diye her tarafta neşretmiş ve
kendisine zulüm yapılmasına karşı millet-i İslâmiyenin
selâmeti için “Ben, değil dünya hayatımı, belki ahiret ha-
yatımı da feda ediyorum” demiş ve demektedir.
risale-i nur’un hakaik-ı imaniye dersleriyle ve bütün
mahkemelerde beraati netice veren müdafaalarındaki
kur’ânî hakikatlarla hayat-ı içtimaiyenin uhrevî ve dün-
yevî saadetine rehber olan hakaiki ders veren ve dolayı-
sıyla asayişin muhafazasına ve emniyet-i umumiyenin te-
minine en büyük bir vesile üstadımız olduğu, hayat-ı iç-
timaiyenin saadetiyle alâkadar hamiyetperver zatların
tasdikiyle sabittir. otuz seneden beri müteaddit tetkikler
ve mahkemelerin beraat kararları vermesiyle ve şimdi de
tamamen serbest bulunmasıyla ve eserleri büyük bir
vüs’atle her tarafta, Anadolu’da ve âlem-i İslâm’ın mer-
kezlerinde ve garp memleketlerinin bazılarında yayılarak
Emirdağ Lâhikası – ıı | 795 |
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hamiyetperver:
hamiyet duygu-
ları besleyen.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hizmet:
uğraşma, çalışma.
iman:
inanç, itikat.
kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
millet-i islâmiye:
İslâm milleti.
muhafaza:
koruma.
müdafaa:
savunma, koruma.
müteaddit:
bir çok kere, defa-
larca.
müteveccih:
dönük.
neşir:
yayım, yayın.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
saadet:
mutluluk.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
selâmet:
salimlik, eminlik, kurtu-
luş, korku ve endişeden uzak
olma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şerir:
şer işleyen, kötülük işleyen,
fenalık yapan.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
temin:
sağlamlaştırma, sağlama.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
vesile:
bahane, sebep.
vüs’at:
genişlik.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
zat:
kişi, şahıs.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, hakkaniyet, âdillik.
adalet-i hakikiye:
hakikî ada-
let, gerçek adalet.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
ayet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayeti.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
daimî:
sürekli, devamlı.
dünyevî:
dünyaya ait.
düstur-i kur’ân:
Kur’ân’ın
prensibi, düsturu.
emniyet-i umumîye:
genel
güvenlik.
evamir-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
emirleri.
feda:
uğruna verme.
garp:
batı.
gayet:
son derece.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
1.
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15; Fatır
Suresi: 18; Zümer Suresi: 7.)