• i
kiNCisi
:
Şimdi umum beşerde sulh-i umumî için,
yani beşerin ifsat edilmemesi için çareler aranıyor, pakt-
lar kuruluyor. Ve madem bu hükûmet-i İslâmiye musalâ-
hat-ı umumiye ve hükûmetin selâmeti için, Yugoslav-
ya’ya, tâ İspanya’ya kadar onları okşayarak dostluk kur-
maya çalışıyor.
İşte bunların çare-i yegânesinin bir delili olarak göste-
riyoruz ki, tesis edilecek Şark dârülfünûnunun ilk müte-
şebbisinin bir ders kitabı olan ve ulûm-i müspete ve fen-
niye ile ulûm-i imaniyeyi barıştıran ve bu otuz seneden
beri bütün feylesoflara meydan okuyan ve resmî ulemâ-
ya dokunduğu ve eski hükûmetle resmen mübâreze etti-
ği hâlde bütün bunlar tarafından takdir ve tahsine maz-
har olan ve mahkemelerde beraat kazanan risale-i
nur’un bu vatan ve millete temin ettiği asayiş ve emni-
yettir ki, İslâm memleketlerinde, hususan Fas’ta, Mısır
ve suriye ve İran gibi yerlerde vuku bulan dâhilî karışık-
lıkların bu vatanda görülmemesidir.
İşte, nasıl ki bu vatan ve millette risale-i nur –emni-
yet ve asayişin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade
esbab bulunmasına rağmen– asayişi temin etmesi
gösteriyor ki, o doğu üniversitesinin tesisi, beşeri müsa-
lemet-i umumiyeye mazhar kılacaktır. Çünkü, şimdi tah-
ribat manevî olduğu için, ona mukabil tâmirci manevî bir
atom bombası lâzımdır.
İşte, bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona
karşı mukabelenin de ancak tamirci manevî atom
asayiş:
emniyet; korku ve endi-
şeden uzak olma.
beraat:
serbest kalma, suçsuz bu-
lunma, aklanma.
beşer:
insanlık.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile il-
gili.
dârülfünun:
üniversite.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
emniyet:
güven, güvenilir.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fennî:
fenne mensup, fenle ilgili
olan.
filozof:
felsefe ile uğraşan, filozof.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükümet-i islamiye:
İslam hükü-
meti.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
madem:
değil mi ki.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukabil:
karşılık.
musalâhat-ı umumiye:
umumî
barış anlaşmaları, genel anlaşma-
lar, toplumun veya insanlığın bü-
| 780 | Emirdağ Lâhikası – ıı
tün kesimlerinin barış içinde
olması.
mübareze:
çatışma, kavga.
müsalemet-i
umumiye:
umumun selâmeti, insanlığın
barışı.
müteşebbis:
teşebbüs eden,
bir işe girişen, girişken kimse,
girişimci.
pakt:
antlaşma.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
resmî:
devlet adına olan.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sair:
diğer, başka, öteki.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
sulh-i umumî:
genel barış,
herkesi ilgilendiren barış,
dünya barışı.
Şark:
Doğu.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tahsin:
beğenme, güzel
bulma.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
temin:
sağlama.
temin:
sağlamlaştırma, sağ-
lama.
tesis:
kurma, meydana ge-
tirme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
ulûm-i imaniye:
iman ilimleri,
imanla ilgili ilimler.
ulûm-i müspete:
müspet ilim-
ler; ispata dayalı pozitif ilimler,
fenler.
umumî:
genel.
vuku:
olma, meydana gelme.
ziyade:
çok, fazla.