çalıştıkları ve beş vilâyette beş büyük mahkeme risale-i
nur’un eczalarını inceden inceye tetkik edip medar-ı
mes’uliyet birtek nokta bulamayıp beraat verdikleri ve
sonra da yirmi yerde yirmi adliye ayrıca alâkadar olup,
mucib-i mes’uliyet bir cihet olmadığından suç yok diye
karar verdikleri ve Afyon Mahkemesi de iki defa iadesi-
ne karar verdiği hâlde, risalelerin iadesini ve tamam in-
tişarını iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ı mucibe mev-
cut iken, beş seneden beri gizli komitelerin aldatmaları
ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesinde
beş senedir o mübarek risalelerin sahiplerine teslimi te-
hir edilmektedir. Hâlbuki, büyük emniyet dairelerince,
zabıtaca sabit olduğu gibi, yüz binler nur talebelerinde
ve yüz binler nur nüshalarında hiçbir zarar, bir vukuat
görülmemesi, kaydedilmemesi gösteriyor ki, risale-i nur
asayişin temel taşına hizmet eden bir sadaka-i makbule
hükmündedir. Maddî ve manevî tehlikelerden bu mem-
leketi muhafazaya vesile olduğu tahakkuk eden bir haki-
kat-i kur’âniyedir.
risale-i nur’un ehemmiyetli bir parçası olan ve binler
gençleri vatan, millet ve asayişin menfaatine terbiye
eden
GençlikRehberi
’nin mahkemesi dolayısıyla üstadı-
mız hasta hâlinde iki defa İstanbul’a mahkemeye gidip,
yüz yirmi polisin kalabalığı dağıtmaya çalıştığı o mahke-
mede
GençlikRahberi
’nin hem müellifine, hem naşirine
ittifakla beraat ve ayrıca rehberin de içinde bulunduğu
umum risalelere beş mahkeme beraat vermişken, on beş
günde teslimi lâzım gelen
GençlikRehberi
’nin on beş
Emirdağ Lâhikası – ıı | 771 |
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
risale:
kitap, kitapçık.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sadaka-i makbule:
Allah tarafın-
dan hoş karşılanmış, kabul edilmiş
sadaka.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma; de-
lil ile ispat edilme, kesinleşme.
tehir:
erteleme, sonraya bırakma.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, eğitme.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
umum:
bütün.
vesile:
bahane, sebep.
vilayet:
il.
vukuat:
normalin dışında olan hâ-
diseler.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
cihet:
yön, sebep, vesile.
defa:
kere, kez, yol.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehemmiyetli:
önemli.
emniyet:
güven, güvenilir.
esbab-ı mucibe:
gerektiren
sebepler.
hakikat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikati, Kur’ân’ın ifade ettiği
gerçek.
hizmet:
görev, vazife.
hukukî:
hukuka uygun.
iade:
geri verme.
iktiza:
gerek, lüzum.
intişar:
yayınlanma, neşrolma.
ittifak:
fikir birliği, söz birliği.
kanunî:
kanuna uygun, yasal.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
medar-ı mes’uliyet:
sorumlu-
luk sebebi.
menfaat:
fayda.
mucib-i mes’uliyet:
mes’uli-
yet gerektirici, sorumluluk ge-
rektiren.
muhafaza:
koruma.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müellif:
eser telif eden, kitap
yazan.
naşir:
eser, neşreden, yayın-
layan, dağıtan.