Cihad
gibi halisâne dine hizmet eden o cerideye ve onun
sahip ve muharrirlerine din namına minnettâr oldum ve
“Allah razı olsun” dedim. Haberim olmadan ve para da
vermeden daima bana o mübarek gazete gönderiliyordu.
i
kiNCi
N
OkTa
:
Benim samsun’daki Ağır Ceza Mahke-
mesine sevk edilmekliğime dairdir. Bu noktada bunu
kat’iyen beyan ediyorum ki, samsun havalisinde, husu-
san Büyük Cihad dairesine mensup mübarek ahiret kar-
deşlerim ve nur talebelerini ziyaretle görmek için oraya
gitmek isterdim. Fakat doktorların raporlarıyla, kat’î ikti-
darsızlığım o dereceye gelmiş ki, beş dakikalık karşımda-
ki, bu meselenin başlangıcı ve esası olan mahkemeye,
bir buçuk senedir bana haber verdikleri hâlde gidemiyo-
rum. Mecburiyetle müddeiumumî ve hâkim vazifesini gö-
ren sorgu hâkimi yanıma geldiler. Medar-ı sual ve cevap
BüyükCihad
gazetesini de getirdiler. gazetenin bazı
sözleri benim sözlerim içine karıştırılmış. Ben de onlara
cevaplarını vermiştim. eğer faraza Ağır Ceza bu ehem-
miyetsiz meseleye ehemmiyet verse, benim mahkememi
eskişehir’e nakline müsaade etsin ki, orada sıhhiye
heyetinden iki aylık raporlu zehir hastalığı ile şiddetli
hasta bulunduğumdan bizzat bulunabilirim. Yoksa
imkânı yoktur.
Ü
ÇÜNCÜ
N
OkTa
:
savcı ve sorgu hâkimi 163. maddeye
dayanıp said nursî’yi dini siyasete âlet ve asayişe zararlı
propaganda diye itham ediyorlar. Bu noktanın
Emirdağ Lâhikası – ıı | 767 |
görme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
mecburiyet:
mecbur olma, zaru-
rîlik durumu, zorunluluk.
medar-ı sual ve cevap:
soru ve
cevap sebebi.
mensup:
bir şeye veya kimseye
alâkası bulunan, bağlı olan.
mesele:
konu.
minnettar:
bir iyiliğe karşı minnet
duyan.
muharrir:
yazan, yazar.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müsaade:
izin.
nam:
ad.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
Nur:
Risale-i Nur.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin vb. ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
sevk:
gönderme.
sıhhiye:
sağlığa ait, sağlıkla ilgili.
sual:
soru.
talebe:
öğrenci.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
beyan:
anlatma, açıklama.
bizzat:
kendisi, şahsen.
ceride:
gazete.
dair:
alakalı, ilgili.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
faraza:
farz edelim ki, öyle sa-
yalım ki, söz gelişi.
haber:
hâriçten insanın fikrine
intikal eden ilim.
hâkim:
yargıç.
halisâne:
temiz kalplilikle, sa-
fiyetle.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
heyet:
kurul, komite.
hizmet:
görev, vazife.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iktidar:
güç yetme, bir işi ger-
çekleştirmek için gereken
kuvvet.
itham:
töhmetlendirme, suçlu