tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen
hâdise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor.
Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif,
yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hâl bizde olsa
pek dehşetli olur.
Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi
ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp,
masumları himaye için, canilerin cinayetlerini kendileri-
ne münhasır bırakmak lâzımdır.
Hem, emniyetin ve asayişin temel taşı yine bu ka-
nun-i esâsîden geliyor.
Meselâ, bir hânede veya bir gemide bir masum ile on
cani bulunsa, hakiki adaletle ve emniyet ve asayiş düs-
tur-i esasîsi ile, o masumu kurtarıp tehlikeye atmamak
için, gemiye ve hâneye ilişmemek lâzım; tâ ki masum çı-
kıncaya kadar.
İşte bu kanun-i esasî-i kur’ânî hükmünce asayiş ve
emniyet-i dâhiliyeye ilişmek, on cani yüzünden doksan
masumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile
olur. Madem Cenab-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kı-
sım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış,
kur’ân-ı Hakîm’in bu kanun-i esasîsini kendilerine bir
nokta-i istinat ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper
yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.
• i
sLâmiYETiN
i
kiNCi
B
ir
k
aNUN
-
i
E
sasÎsi
:
Şu hadis-i şe-
riftir:
(1)
r
ºo
¡o
e p
OÉn
N p
?r
ƒn
?r
dG o
óu
«°n
S
hakikatiyle, memuriyet bir
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hakimiyetin sağlanması.
buhran:
bir işin tehlikeli, karışık
bir hâl alması, bunalım, zor durum,
kriz.
cani:
cinayet işlemiş, kimse.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
düstur-i esasî:
temel prensip, esas
düstur.
emniyet:
güven, güvenilir.
emniyet-i dahiliye:
dâhilî emni-
yet, iç güvenlik.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kasıt sahibi.
gazab-ı ilâhî:
Allah’ın gazabı, İlâhî
gazap.
hadis:
Peygamberimizin sözü.
hâdise:
olay.
hadis-i şerif:
Peygamberimiz-
den aktarılan sözlerin genel
adı.
hakikî:
gerçek.
hâl:
durum, vaziyet.
hane:
ev, mesken.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
kanun-i esasî:
ana prensipler,
anayasa.
kanun-i esasî-i kur’ânî:
Kur’ân’ın temel ölçüleri, temel
kanunu, Kur’ân’ın anayasası.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
madem:
değil mi ki.
masum:
suçsuz, kabahatsiz,
günahsız.
meselâ:
örneğin.
münhasır:
sınırlanmış, sınırlı.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
siper:
koruyucu engel, kalkan.
uhuvvet-i islâmiye:
İslâm
kardeşliği.
vesile:
bahane, sebep.
zemin:
temel, dayanak.
memuriyet:
maaşla gördürü-
len devlet işi.
1.
Mişkâtü’l-Mesâbih, hâdis no: 3925; Fethü’l-Kebîr, 2:195; Müsnedü’l-Firdevs 2: 324.
| 760 | Emirdağ Lâhikası – ıı