ediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas ik-
tizasıyla, ziyadeleşmeye ve kemiyete ehemmiyet veriyor-
lar, taraftarları arıyorlar.
a
LTıNCı
F
ark
:
Hakikî ihlâslı nurcular, menfaat-i mad-
diyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, azamî ik-
tisat ve kanaatle ve fakirü’l-hâl olmalarıyla beraber, sabır
ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i kur’âniyede hakikî
bir ihlâs ve fedakârlıkla; ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i
dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları haki-
kate ve ihlâsa davet etmekte bir şüphe bırakmamak için
ve rıza-i İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir şeye
âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faydala-
rından çekiniyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: onlar da hakikaten mak-
sat itibarıyla aynı mahiyette oldukları hâlde, mekân ve
mevzu ve bazı esbap sebebiyle, nur talebeleri gibi dün-
yayı terk edemiyorlar. Azamî fedakârlığa kendilerini
mecbur bilmiyorlar.
İsaAbdülkadir
ì®í
Œ
3 2 1
œ
Bağdat’ta çıkan, ehemmiyetli, siyasî bir ceride olan
Eddifa
gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir diyor ki:
nur talebelerinin mürşidi olan Bediüzzaman said
nursî hakkında
Eddifa
gazetesini okuyanlar benden
Emirdağ Lâhikası – ıı | 757 |
mahiyet:
durum, vaziyet.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
mekân:
yer, mahal.
menfaat-i maddiye:
maddî men-
faat.
mevzu:
konu.
muharrir:
yazan, yazar.
muhtaç:
gerek duyan.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber, kılavuz.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
sabır:
sabır, dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
talebe:
öğrenci.
vaziyet:
durum.
ziyade:
çok, fazla.
amma:
ama, lakin, ancak.
azamî:
en fazla, en çok, niha-
yet derecede.
Bediüzzaman:
Said Nursî’ye
ilim adamlarınca takılan bir sı-
fat. Anlamı: çağın eşsiz güzel-
liği.
ceride:
gazete.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fakirülhâl:
muhtaç ve fakirlik
içinde olma.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’an
hizmeti.
hizmet-i kutsiye:
mukaddes
hizmet; kutsal hizmet.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
ihvan-ı müslimîn:
merkezi Mı-
sır’da bulunan İslam’a hizmeti
gaye edinen ‘Müslüman Kar-
deşler’ adındaki bir topluluk.
iktisat:
tutum, biriktirme, ar-
tırma, tasarruf.
iktiza:
gerek, lüzum.
istiğna:
aza kanaat etme,
olanla yetinme, gönül tokluğu,
tok gözlülük.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
kemiyet:
az veya çok oluş.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.