Emirdağ Lâhikası - page 762

siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enaniyetli nefisle-
re gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği ve-
riyor. o zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli faydadan bin
defa daha ziyade hakikî kardeşleri düşmanlığa çevirmek
gibi acip tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.
Meselâ, İslâmiyet milliyetiyle 400 milyon hakikî kar-
deşin hergün
(1)
p
äÉn
æp
erD
ƒo
ªr
dGn
h n
Ú/
æp
erD
ƒo
ªr
?p
d r
ôp
Ør
ZG -n
G
dua-i umumî-
siyle manevî yardım görmek yerine, ırkçılık 400 milyon
mübarek kardeşleri, dört yüz serseriye ve lâübalilere yal-
nız dünyevî ve pek cüz’î bir menfaati için terk ettiriyor.
Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete, hem de din-
dar demokratlara ve türklere büyük bir tehlikedir. Ve
öyle yapanlar da hakikî türk değillerdir. necip türkler
böyle hatadan çekinirler.
Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp dindar de-
mokratları devirmeye çalıştıkları ve çalıştırıldıkları, mey-
dandaki asar ile tahakkuk ediyor. Bu acip tahribata ve bu
iki kuvvetli muarızlara karşı, kırk sahabe ile dünyanın
kırk devletine karşı meydan-ı muarazaya çıkan ve galebe
eden ve bin dört yüz sene zarfında ve her asırda üç yüz
dört yüz milyon şakirdi bulunan hakikat-i kur’âniyenin
sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî
ve uhrevî saadet-i ebediyenin zevklerine o cazibedar ha-
kikatle beraber nokta-i istinat yapmak, o mezkûr muarız-
larınıza ve hem dâhil ve hariçteki düşmanlarınıza karşı
en lâzım ve elzem ve zarurî bir çâre-i yegânedir. Yoksa,
o insafsız dâhilî ve haricî düşmanlarınız sizin bir
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
asar:
eserler.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cüz’î:
küçük, az.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
dâhil:
içeri, iç.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile il-
gili.
defa:
kere, kez, yol.
dindar:
dinin emirlerini yerine ge-
tiren.
dua-i umumî:
herkesi içine alan
dua.
dünyevî:
dünyaya ait.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayet:
son derece.
hakikat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın ha-
kikati, Kur’ân’ın ifade ettiği gerçek.
hakikî:
gerçek.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile ilgili.
hariç:
dışında.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
lâubalî:
korku ve çekinmesi olma-
yan, saygısız, pervasız.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
menfaat:
fayda.
meselâ:
örneğin.
meydan-ı muaraza:
söz mü-
cadelesi meydanı, biri ile ya-
rışma meydanı.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
mübarek:
feyizli, bereketli.
necip:
asil, soylu kimse.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
rüşvet:
ödün, taviz.
saadet-i ebediye:
zevalsiz,
sonu olmayan mutluluk, son-
suz mutluluk.
sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
serseri:
gayesiz, hedefsiz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma;
delil ile ispat edilme, kesin-
leşme.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
taife:
takım, güruh.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
zarfında:
süresince.
zarurî:
zorunlu.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Allahım, bütün mü’min erkek ve kadınları mağfiret eyle.
| 762 | Emirdağ Lâhikası – ıı
1...,752,753,754,755,756,757,758,759,760,761 763,764,765,766,767,768,769,770,771,772,...1032
Powered by FlippingBook