adama bu tarz muameleler, kat’iyen şek ve şüphe bırak-
madı ki, komünist perdesi altında anarşilik hesabına va-
tan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müthiş bir sui-
kast eseri olduğu gibi, İslâmiyete ve vatana hizmete ni-
yet eden ve müthiş haricî tahribata karşı cephe alan din-
dar mebuslar ve demokratlara dahi büyük bir suikasttır.
dindar mebuslar dikkat etsinler, bu dehşetli suikasta kar-
şı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar.
HaşİYe:
rus’un Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği
hâlde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam teh-
didine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen;
İstanbul’u istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıy-
la fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş
para ehemmiyet vermeyen ve “tükürün zalimlerin o hayâsız yü-
züne!” cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa
kemal’in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, “na-
maz kılmayan haindir” diyen; ve divan-ı Harb-i örfînin dehşetli
suallerine karşı, “Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etme-
ye hazırım” deyip dalkavukluk etmeyen; ve yirmi sekiz sene, gâ-
vurlara benzememek için inzivayı ihtiyâr eden bir İslâm fedaisi
ve hakikat-i kur’âniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, ka-
nunsuz denilse ki, “sen Yahudî ve Hristiyan papazlarına benze-
yeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ule-
masının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz” de-
nilse, elbette öyle herşeyini hakikat-i kur’âniyeye feda eden bir
adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça par-
ça bıçakla kesilse, cehenneme de atılsa, kat’iyen; yüz ruhu da
olsa, bütün tarihçe-i hayatının şahadetiyle, feda edecek...
Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşeddi zulm-i
nemrudanelerine karşı, manevî pek çok kuvveti bulunan bu
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşi:
her türlü düzen ve otori-
teye karşı koyarak karışıklığı mey-
dana getirme durumu.
başkumandan:
başkomutan, bir
devletin silahlı kuvvetlerinin en
yüksek rütbelisi.
dalkavuk:
kendisine çıkar ve ya-
rar sağlayacak olan kimselere aşırı
saygı ve hayranlık göstererek ya-
ranmak isteyen kimse.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinin emirlerini yerine ge-
tiren.
divan-ı harb-i Örfî:
Sıkıyönetim
Mahkemesi.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
feda:
uğruna verme.
fedaî:
canını esirgemeyen, mühim
bir maksat uğruna canını vermeye
hazır bulunan.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fetva:
İslam’da bir mesele hak-
kında dinî meselelere tam vâkıf
yetkili kimseler tarafından verilen
şer’i hüküm.
gâvur:
kâfir, dinsiz.
hain:
hıyanet eden, arkadan vu-
ran.
hakikat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın ha-
kikati, Kur’ân’ın ifade ettiği gerçek.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile ilgili.
hayâ:
utanma, sıkılma.
icma:
müçtehit olan İslâm âlimle-
rinin dinî bir konuda aynı sözü
söylemeleri, bir konuda görüş bir-
liğine varmaları.
idam:
ölüm.
ihtiyâr:
irade, tercih.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
istilâ:
ele geçirme, kaplama, ya-
yılma.
| 752 | Emirdağ Lâhikası – ıı
izzet-i islâmiye:
İslâm’ın ge-
rektirdiği haysiyet, şeref, yü-
celik.
kasten:
bile bile, isteyerek, ka-
sıtlı olarak.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
komünist:
bütün malların or-
taklaşa kullanıldığı ve özel
mülkiyetin olmadığı iddiasında
bulunan düzen in mensubu
olan kimse.
maslahat:
fayda, maksat.
matbuat:
gazete, basın.
mebus:
milletvekili.
mesele:
konu.
muamele:
davranma, davra-
nış.
muhafaza:
koruma.
muhalefet:
zıtlık, aykırılık, ay-
rılık.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
suikast:
kötü kasıt, kötü niyet;
kötü kasıtla iş yapma, tuzak
kurma.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şeref:
onur, haysiyet.
şeriat:
İslâm dini ve prensip-
leri.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tarihçe-i hayat:
hayat hikâ-
yesi.
tarz:
biçim, şekil.
tehdit:
korkutma, gözdağı
verme.
tenezzül:
inme, alçalma.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vasıta:
aracılık.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.