hilâf-ı kanun en çirkin bir şeyle ruhunu meşgul etmemek
ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi
görüşmeyen, hatta şiddetli hasta olduğu hâlde, ruhu ve
kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve
hekimleri çağırmayan bir adama şapka giydirmek, ecne-
bi papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye
eliyle tehdit etmek, elbette zerre kadar vicdanı olan bun-
dan nefret eder.
Meselâ, ona teklif eden demiş: “Ben emir kuluyum.”
Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum
desin? evet, kur’ân-ı Hakîm’de, Yahudî ve nasranîlere
başta benzememek için ona dair ayet olduğu gibi,
(1)
r
ºo
µ` r
æp
e p
ôr
en
’r
Gp
İ
ho
Gn
h n
?ƒo
°Ss
ôdGGƒo
©«/
Wn
Gn
h %G Gƒ o
©«/
Wn
G BGƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
dGÉn
¡ t
``jn
G BÉ n
j
âyeti ulülemre itaati emreder. Allah ve resulünün itaati-
ne zıt olmamak şartıyla, o itaatın emir kuluyum diye ha-
reket edebilir. Hâlbuki bu meselede, an’ane-i İslâmiye ka-
nunları, hastalara şefkatle incitmemek, gariplere şefkat
edip incitmemek, Allah için kur’ân ve ilm-i imanîye hiz-
met edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emretti-
ği hâlde, hususan münzevî, dünyayı terk etmiş bir adama
ecnebi papazlarının serpuşunu teklif etmek on vecihle de-
ğil, yüz vecihle kanuna muhalif ve İslâm’ın an’anevî ka-
nunlarına karşı bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesa-
bına o kudsî kanunları kırmaktır.
Benim gibi kabir kapısında, gayet hasta, gayet ihtiyar,
garip, fakir, münzevî, sünnet-i seniyeye muhalefet et-
memek için otuz beş seneden beri dünyayı terk eden bir
Emirdağ Lâhikası – ıı | 751 |
mesele:
konu.
meşgul:
uğraşma, ilgilenme.
muhalefet:
uygun olmama, ayrı-
lık; zıtlık.
muhalif:
zıt, aykırı.
münzevi:
inzivaya çekilen, köşeye
çekilmiş, yalnız.
Nasranî:
İsevî, Hristiyan.
resul:
Allah’ın elçisi, peygamber.
serpuş:
başa giyilen şey, başlık,
şapka.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasvipleri.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
teklif:
öneri.
ulülemir:
emir sahipleri, idare
edenler; halife veya halife adına
hüküm ve idare edenler; halife,
kadı, padişah, sultan, cumhur baş-
kanı, başbakan gibi devleti idare
edenler.
vicdan:
din, inanç.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
an’ane-i islâmiye:
İslâmî ge-
lenek.
an’anevî:
gelenekle ilgili, ge-
leneksel.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
cebr-i keyfî:
keyfî zorlama,
kanunlara ve adalete aykırı
baskı yapma.
dair:
alakalı, ilgili.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
garip:
gurbette, kendi mem-
leketinin dışında bulunan, ya-
bancı.
gayet:
son derece.
hekim:
doktor.
hilâf-ı kanun:
kanuna ters, ka-
nun dışı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihtiyar:
yaşlı.
ilm-i imaniye:
iman ilmi.
itaat:
söz dinleme, boyun
eğme, emre uygun hareket
etme.
keyfî:
kanuna uymayarak,
keyfe, arzuya bağlı.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
meselâ:
örneğin.
1.
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin…
(Nisâ Suresi: 59.)