Emirdağ Lâhikası - page 57

zarfında birtek adî muhabereyi bu kadar büyük bir mese-
le suretine getirmek, elbette adliyenin şerefine, haysiye-
tine yakışmaz.
İkinci numune: Benim gibi garip, ihtiyar ve zaif ve
beraat etmiş bir misafire, herkesi, hatta hizmetçilerini
resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini peri-
şan bir vaziyete sokmak, bu vilâyetteki hükûmetin hami-
yet-i milliyesine yakışmadığından, sinek kanadı kadar
mevhum bir zarara dağ gibi ehemmiyet verip aleyhimde
resmen propaganda yapmak, “kimin ile görüşüyor ve
yanına kim gidiyor?” diye herkese bir telâş vermek; hü-
kûmetin hikmeti ve hâkimiyeti, bu acip hâlete elbette te-
nezzül etmemek gerektir. Her ne ise, bu iki madde gibi,
muttali olanlara hayret veren çok maddeler var.
efendiler! dalâlet ve fenalıklar cehaletten gelse, defet-
mesi kolaydır. Fakat, fenden, ilimden gelen dalâletin iza-
lesi çok müşküldür. Bu zamanda dalâlet fenden, ilimden
geldiği için, ancak onları izale etmeye ve nesl-i atiden o
belâya düşen kısmını kurtarmaya, karşılarında dayanma-
ya risale-i nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzım-
dır. risale-i nur’un bu kıymette olduğuna delil şudur ki:
Yirmi seneden beri, benim şiddetli ve kesretli bulunan
muarızlarım ve şiddetli tokatlarını yiyen feylesofların hiç-
birisi, risale-i nur’a karşı çıkmamış ve cerh edememiş
ve çıkamaz. Ve dokuz ay, üç adliye ve merkez-i hükûmet
ehl-i vukufu, yüz kitaptan ibaret eczalarında, bizi mes’ul
edecek birtek madde bulamamalarıdır. Ve binler ehl-i
dikkat olan risale-i nur Şakirtlerine kanaat-i kat’iye
Emirdağ Lâhikası – ı | 57 |
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
ihtiyar:
yaşlı.
izale:
yok etme, ortadan kaldırma.
kanaat-i kat’iye:
kesin kanaat, va-
rılan kesin düşünce.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kıymet:
değer.
merkez-i hükümet:
hükümet
merkezi, ülkeyi idare merkezi.
mesele:
konu.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhabere:
haberleşme.
müşkül:
güç, zor, çetin.
muttali:
bir işten haberi olan, bil-
gili, haberdar.
nesl-i ati:
gelecek nesil.
numune:
örnek.
Nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık, ziya,
ışık, şule.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin vb. ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
resmen:
kesin olarak, açık olarak,
açıkça.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
vaziyet:
durum.
vilayet:
il.
zarfında:
süresince.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adî:
alışılmış olan, her zamanki
gibi, fevkalâde olmayan.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
cehalet:
bilmezlik, cahillik,
ilimden yoksun olma.
cerh:
bir iddiayı, bir fikri çü-
rütme.
cihet:
yön.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
def:
ortadan kaldırma, yok
etme, giderme.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i dikkat:
dikkatliler, dikkat
sahipleri.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi
olanlar.
eser:
telif, kitap, yayın.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
feylesof:
felsefe ile uğraşan,
filozof.
garip:
gurbette, kendi mem-
leketinin dışında bulunan, ya-
bancı.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
hâlet:
hâl, durum.
hamiyet-i milliye:
millet için,
millî gayeler uğruna fedakâr-
lıkta bulunma, çalışma, gayret
etme.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hikmet:
gaye, maksat.
1...,47,48,49,50,51,52,53,54,55,56 58,59,60,61,62,63,64,65,66,67,...1032
Powered by FlippingBook