sıkıntı vermek ise, gayretullaha dokunup, bir belâya
vesile olmasından korkulur. Mahkemede dediğim gibi,
nasıl ki dört defa dehşetli zelzeleler, bize zulmen taarru-
zun aynı zamanında gelmesi gibi pekçok vukuat var…
Hatta tahmin ederim ki, benim hukukumu muhafaza ve
beni himaye etmek için çok güvendiğim Afyon Adliyesi,
denizli Mahkemesindeki risale-i nur hakkında müraca-
atıma bilâkis ehemmiyet vermedi, beni me’yus etti, adli-
yenin yangınına bir vesile oldu ihtimali var.
Ben derim ki: Benim hakkımda vicdanlı ve insaniyetli
olan bu kazanın hükûmeti, zabıta ve adliyesiyle beraber
beni tam himaye etmek en ehemmiyetli bir vazifesidir.
Çünkü, yirmi senelik bütün eserlerimi ve mektuplarımı
üç adliye ve merkez-i hükûmet dokuz ay tetkikten sonra
beraatimize ve tahliyemize karar verdi. Fakat, ecnebi
menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük
zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraatimizi boz-
mak için, her tarafta, habbeyi kubbe yaparak bir kısım
memurları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksatları,
benim sabrım tükensin, “Artık yeter!” dedirtsinler. zaten
onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi, sükûtum-
dur; dünyaya karışmamaktır. Âdeta, “niçin karışmıyor-
sun? ta karışsın, maksadımız yerine gelsin” diyorlar.
Aleyhime hükûmetin bir kısım memurlarını evhamlan-
dırmakta istimal ettikleri bir iki desiselerini beyan edi-
yorum:
Emirdağ Lâhikası – ı | 49 |
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
vazife:
görev.
vesile:
aracı, vasıta.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hadi-
seler, olaylar.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zulmen:
zulümle, haksızlıkla, zul-
mederek.
âdeta:
sanki.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilâkis:
aksine, tersine.
defa:
kere, kez, yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
gayretullah:
Allah’ın hak di-
nini koruma sıfatı.
habbe:
tane.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
ihtimal:
olabilirlik.
insaniyet:
insanlık, bütün in-
sanlar.
istimal:
kullanma.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
kubbe:
yarım küre veya küm-
betimsi yapılan bina damı.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
menfaat:
fayda.
merkez-i hükümet:
hükümet
merkezi, ülkeyi idare merkezi.
muhafaza:
koruma.
müracaat:
başvurma, da-
nışma.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sükût:
susma, sessiz kalma.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tahliye:
salıverilme.