oluyorlar. Farz-ı muhal olarak, o saadet ve selâmet hiz-
meti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaya yüz
tutanları alâkadar etmemek gerektir.
evet, hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve
seciye-i milliyede bir derece lâubalîlik göstermeleriyle,
yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki
vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli
sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli mil-
letin nesl-i atisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihe-
tinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden
beri bu fedakâr millet, bütün ruhucanıyla kur’ân’ın hiz-
metinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri hâlde, elli
sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar, belki mah-
vedecek bir kısım nesl-i atinin eline, elbette risale-i nur
gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en
büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu
zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünü-
yoruz.
EvetEfendiler!
gerçi risale-i nur sırf ahirete bakar, gayesi rıza-i İlâhî
ve imanı kurtarmak; ve şakirtlerinin ise, kendilerini ve
vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferit-
ten kurtarmaya çalışmaktır. Fakat, dünyaya ait ikinci de-
recede, gayet ehemmiyetli bir hizmettir; ve bu millet ve
vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i atinin bîçareler
kısmını dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünkü, bir
Müslüman başkasına benzemez. dini terk edip İslâmiyet
Emirdağ Lâhikası – ı | 55 |
yetli, şerefli.
nesl-i ati:
gelecek nesil.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
ruhucan:
candan ve gönülden.
saadet:
mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
seciye-i diniye:
dinî seciye, dine
ait karakter, ahlâk.
seciye-i milliye:
millî seciye, millî
karakter; her milletin kendine has
olan huy ve karakteri.
selâmet:
kurtulma, selâmete
çıkma.
sukut:
düşme, düşüş, aşağı inme.
vazife-i milliye ve vataniye:
va-
tana ve millete ait vazife, kişinin
vatanı ve milleti ile ilgili görev.
vaziyet:
durum.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
ahlâk-ı içtimaiye:
sosyal ah-
lâk, toplum ahlâkı.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
cihet:
yön.
dalâlet-i mutlaka:
mutlak da-
lâlet, sapıklık.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinin emirlerini yerine
getiren.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyetli:
önemli.
emsalsiz:
benzersiz.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz
etme, olmayacak bir şeyi ola-
cakmış gibi düşünme.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
gayet:
son derece.
gerçi:
her ne kadar...
hakikat:
gerçek, doğru.
haps-i münferit:
tek başına
olan hapis, ehl-i dalalet için
ölüm ve kabir.
hizmet:
görev, vazife.
idam-ı ebedî:
dirilmemek
üzere yok oluş, ahiret inancı
olmadığı için ölümü ebedî
yokluğa gitmek olarak görme.
iman:
inanç, itikat.
lâubalîlik:
saygısızlık, perva-
sızlık.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
mazi:
geçmiş zaman.
mübareze:
çatışma, kavga.
namuskâr:
namuslu, haysi-