cereyan, hiçbir cemiyetle ve dâhilî ve haricî hiçbir komi-
te ile hiçbir vesika, hiçbir alâka dokuz ay tetkikatta bu-
lunmamasıdır. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki, bu
harika vaziyeti versin? Birtek adamın, birkaç senedeki
mahrem esrarı meydana çıksa, elbette onu mes’ul ve
mahcup edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat
budur; ya diyeceksiniz ki, “pek harika ve mağlûp olmaz
bir deha bu işi çeviriyor”; veya diyeceksiniz: “gayet ina-
yetkârâne bir hıfz-ı İlâhîdir.” elbette böyle bir deha ile
mübareze etmek hatadır, millete ve vatana büyük bir za-
rardır. Ve böyle bir hıfz-ı İlâhî ve inayet-i rabbaniyeye
karşı gelmek, firavunâne bir temerrüttür.
Eğer de sen i z :
“seni serbest bıraksak ve tarassut ve
nezaret etmesek, derslerinle ve gizli esrarınla hayat-ı iç-
timaiyemizi bulandırabilirsin.”
Bendede r im:
Benim derslerim, bilâistisna, bütünü
hükûmetin ve adliyenin eline geçmiş; bir gün cezayı mu-
cip bir madde bulunmamış. kırk elli bin nüsha risale, o
derslerden milletin ellerinde dikkat ve merakla gezdiği
hâlde, menfaatten başka hiçbir zararı, hiçbir kimseye ol-
madığı, hem eski mahkemenin, hem yeni mahkemenin
mucib-i mes’uliyet bir madde bulamamaları cihetiyle, ye-
nisi ittifakla beraatimize ve eskisi dünyaca bir büyüğün
hatırı için yüz otuz risaleden beş on kelime bahane edip,
yalnız kanaat-i vicdaniye ile yüz yirmi mevkuf kardeşle-
rimden yalnız on beş adama altışar ay ceza verebilmesi
kat’î bir hüccettir ki, bana ve risale-i nur’a ilişmeniz,
manasız bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem, daha
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
bahane:
vesile, sebep.
beraat:
serbest kalma, suçsuz bu-
lunma, aklanma.
bilâistisna:
istisnasız, ayırt etmek-
sizin.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dahilî:
içe ait, içe dönük, iç ile il-
gili.
deha:
olağanüstü zeka sahibi
olma.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
firavunane:
firavunca, dinsizce, al-
çakça.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğru.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile ilgili.
hârika:
olağanüstü.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hıfz-ı ilâhî:
Allah’ın koruması.
hüccet:
delil.
inayet-i rabbanîye:
her şeyin ter-
biye ve idare eden Cenab-ı Hakk’ın
yardımı.
inayetkârâne:
lütuf ve himayede
bulunana yakışır surette, yardım
edene yakışır şekilde.
ittifak:
fikir birliği, söz birliği.
kanaat-ı vicdaniye:
vicdanî ka-
naat, vicdana ait fikir.
| 40 | Emirdağ Lâhikası – ı
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
madem:
değil mi ki.
mağlup:
boyun eğme, ye-
nilme, yenilmiş olma.
mahcup:
utanan, utanmış.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
mana:
anlam.
menfaat:
fayda.
merak:
bir şeyi öğrenmek is-
temek, çok şiddetli arzu, he-
ves, düşkünlük.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
mübareze:
çatışma, kavga.
mucib-i mesuliyet:
mesuliyet
gerektirici, sorumluluk gerek-
tiren.
mucip:
icap eden, gerektiren.
nezaret:
gözetme, bakma.
nüsha:
çoğaltılmış.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki
her bir bağımsız bölüm.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tedbir:
önlem, yol, çare.
temerrüt:
inatçılık, hakkı ka-
bulde direnme.
tetkikat:
araştırmalar, incele-
meler.
tevehhüm:
vehmine kapıl-
mak, öyle zannetmek.
vaziyet:
durum.
vesika:
dayanılacak, güveni-
lecek sağlam delil, belge.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.