mesail, kat’iyetle gösteriyorlar ki, ihtiyaç da, hizmet de
bitmemiştir” demekte ve nurların hizmetinde, ikaz, ihtar
ve irşatlara ihtiyaç bulunacağını ifade etmektedir ki, on-
dan sonra zuhur eden ihtiyaca muvafık lâhikalar, o mü-
barek zatın isabetli sözünü teyit etmiştir.
Bu lâhikalarda görüleceği gibi, nur Müellifi Aziz üsta-
dımız, risale-i nur’un neşri, okunup yazılması gibi bizzat
nurlarla iştigale ehemmiyet vermekte, talebelerini daima
teşvik etmektedir. Bunun lüzum ve hikmeti ise, şüphesiz
izahtan varestedir. zira, astığımda kâinat fenleri ve mad-
dî ilimler revaçta olup, yeni yetişen nesiller bu ilim ve
fenleri okudukları, hem tabiiyyun ve maddiyyunun din ve
maneviyat aleyhindeki neşriyatı, hem küfr-i mutlak cere-
yanı ki, hiçbir din ve maneviyatı tanımayan ve Allah’a
iman hakikatine karşı muaraza ederek dinsizliği neşre-
den, İslâmî fikri zedeleyen ve bütün beşeriyeti tehdit
eden, yeni nesillere ve gençliğe imansızlık fikr-i küfrîsini
aşılamak isteyen kitap, broşür, gazete gibi neşir vasıtala-
rının İslâm ve iman düşmanlarınca ön plâna alındığı
böyle acip ve dehşetli bir zamanda, elbette risale-i
nur’a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve
zaruret var.
Çünkü, risale-i nur kur’ân-ı Hakîm’in bir mu’cize-i
maneviyesi ve bu zamanın dinsizliğine karşı manevî
atom bombası olarak solculuk cereyanlarının mane-
viyat-ı kalbiyeyi tahribine mukabil, maneviyat-ı kalbiyeyi
tamir edip ferden ferda iman-ı tahkikîden gelen
muazzam bir kuvvet ve kudrete istinadı okuyucuların
Emirdağ Lâhikası – ı | 33 |
küfr-i mutlak:
mutlak küfür, hiç
bir imanî hükmü, delili kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkar.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
lâhika:
ek, ilave.
maddî:
madde ile alâkalı.
maddiyyun:
maddeyi ezeli ve
ebedi kabul edenler.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
maneviyat-ı kalbiye:
kalbin ma-
nevî hisleri, lâtifeleri.
mesail:
meseleler.
muaraza:
kavga, çekişme.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mu’cize-i manevî:
manevî
mu’cize.
müellif:
eser telif eden, kitap ya-
zan.
mukabil:
karşılık.
muvafık:
yerinde, uygun, uyar,
münasip.
nesil:
soy, zürriyet.
neşir:
herkese duyurma, tamim.
neşriyat:
yayınlar.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
revaç:
rağbet, kıymet, değer.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
tabiiyyun:
tabiatçılar, materyalist-
ler, tabiata tapanlar.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
talebe:
öğrenci.
tamir:
onarma, düzeltme.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
teyit:
doğrulama, doğru çıkarma,
destekleme.
vareste:
kurtulmuş, beri, azade,
serbest.
vasıta:
vesile, neden.
zaruret:
zorunluluk, mecburiyet.
zat:
kişi, şahıs.
zuhur:
ortaya çıkma.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
aleyh:
karşı, karşıt.
asır:
yüzyıl.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cereyan:
akım, fikir, sanat
veya siyaset hareketi.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
ferden ferda:
fert ferde, teke
tek, teker teker.
fikr-i küfrî:
küfür ve inkâr fikri.
hakikat:
gerçek, doğru.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hizmet:
görev, vazife.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
ikaz:
uyarı.
ilim:
bilgi, marifet.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile
inanma.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
islâmî:
İslâm ile alâkalı, İslama
ait.
iştigal:
bir işle uğraşma, meş-
gul olma.
istinat:
dayanma, güvenme;
delil olarak kabul etme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.