evet, risale-i nur’un telifi, zuhuru ve neşri ile beraber
hizmet-i nuriyenin ve ders-i kur’âniyenin taliminde ve
ifasında ve meslek-i nuriyenin taallümünde ve uzun bir
zamandaki hizmetin devamında vaki olacak binler ahval
ve hücuma maruz talebelerin cereyanlar karşısında se-
bat, metanet ve ihlâsla hareketlerinde onlara yol göste-
recek, hizmet-i kur’âniyenin inkişafında sühulete medar
olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zarurîdir, kat’îdir,
bedihîdir.
İşte Hazret-i üstadın bu gibi şüphe götürmez hakikat-
lere ve meselelere isabetle parmak basıp dikkati çekme-
si, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kud-
siyenin ehemmiyeti iktizasındandır.
Hem bu lâhikaların bir kısmı ihtiyaca binaen yazılmış
ve yazdırılmış ihtarlar olması ve aynı ihtiyacın her zaman
tekerrürü melhuz bulunduğundan daima müracaat olu-
nacak hikmetleri ve düsturları muhtevidir. nitekim yüzer
vakıalar, hadiseler ve meselelerde bu ihtiyaç, kendini
göstermiştir.
nurların birinci talebesi Hulûsî Bey, Hazret-i üstada
arz ettiği bir mektubunda, “dünyayı unutmak isteseniz,
başka hiçbir sebep olmasa dahi, yalnız bu mübarek söz-
lerle rabıta peyda eden insanların rica edecekleri izahatı
vermek isteyecek ve cevapsız bırakmayacaksınız. Allah
için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdı-
ğınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilmînizde takrir
buyurduğunuz mütenevvi ve
Sözler’
e bile geçmeyen
arz:
sunma.
bedihî:
delilsiz, açık olan, besbelli,
aşikâr.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
ders-i kur’âniye:
Kur’ân dersi,
Kur’ân’a ait ders.
düstur:
kanun, kural, esas.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehval:
korkular, dehşetler.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hazret-i Üstad:
Üstad Hazretleri,
Bediüzzaman Said Nursî.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân hiz-
meti.
hizmet-i kudsiye:
mukaddes hiz-
met; kutsal hizmet.
hizmet-i Nûriye:
Nur hizmeti, Ri-
sâle-i Nur için çalışma.
hücûm:
saldırı, atak.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ikaz:
uyarı.
iktiza:
gerek, lüzum.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
istizah:
izahat isteme, bir işin açık
olarak bildirilmesini isteme, açık-
lama isteme.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
| 32 | Emirdağ Lâhikası – ı
düde mahal bırakmayan.
lâhika:
ek, ilave.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
meclis-i ilmî:
ilim meclisi, top-
luluğu.
medar:
sebep, vesile.
melhuz:
hatıra gelen, umulan,
beklenen, muhtemel olan.
mesele:
konu.
meslek-i Nuriye:
nur mesleği,
nur meşrebi; Risale-i Nur mes-
leği, yolu.
metanet:
sağlamlık, kavilik,
metinlik, dayanıklılık.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
muhtevî:
ihtiva eden, içine
alan, içinde bulunduran, kap-
sayan.
müracaat:
başvurma, da-
nışma.
mütenevvi:
aynı cinsten ol-
mayan, nev’ nev’, çeşit çeşit.
neşir:
yayım, yayın.
peyda:
kurma, sağlama.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
sühulet:
kolaylık.
taallüm:
öğrenilme, elde
edilme.
takrir:
resmî olarak yazı ile bil-
dirme.
talebe:
öğrenci.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğ-
retme.
tekerrür:
tekrarlanma.
telif:
eser yazma.
vaki:
gerekli.
vakıa:
olay.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister
istemez.
zuhur:
ortaya çıkma.