Œ
92
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim,BuDehşetliAsırdaMükem-
melTesellîlerimveVârislerim!
sizin fevkalâde sa’y ve gayretiniz Isparta ve civarını bir
geniş Medresetüzzehra’ya ve bir Camiü’l-ezher’e çevir-
diğine bir delil de, bu defa matbaacıları da hayrette bıra-
kan yazdıklarınız
Asa-yıMûsa
mecmuasından yirmiden
ziyade mükemmel tevafuklu nüshalarını bu yarım ümmî
kardeşinize göndermenizdir. Cenab-ı erhamürrahimîn,
sizlere, yazanlara ve yardım edenlere herbir harfine mu-
kabil bin rahmet eylesin ve binler meyve-i cennet ihsan
etsin ve yüzer hasenat defter-i a’malinizde yazdırsın.
Âmin, âmin, âmin.
Ben onlara baktım, kalbime geldi ki: Bu kahramanla-
rın şimdi de bir mükâfatları yok mu?
Birden ihtar edildi ki: onlar, bu mecmuayı yazmakla
feylesofları susturan, imana getiren kuvvetli bir ders-i
imanîyi en evvel kendi kendine tam okuyorlar, manevî
bir hazine kazanıyorlar.
Hem onların nüshaları, pek çokların imanlarını kurta-
racaklar veya imana gelecekler. Bir hadiste vardır ki,
“Bir tek adam seninle imana gelse, sahra dolusu kırmızı
koyundan daha hayırlıdır.”
(1)
Hem onlar, bu mübarek
kalemleriyle, eski zamanda İslâmiyetin büyük mücahid
kahramanlarının kılıçlarının kudsî hizmetlerini görüyor-
lar. elbette istikbal, onları ve nurcuları çok alkışlayacak.
Emirdağ Lâhikası – ı | 257 |
latma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
istikbal:
gelecek.
kudsî:
mukaddes, yüce.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mecmua:
tertip ve tanzim edilmiş
şeylerin hepsi, koleksiyon.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılmasını
idarecilere teklif ettiği, fen ilimle-
riyle din ilimlerinin birlikte okutul-
masını düşündüğü üniversite.
meyve-i Cennet:
Cennet meyvesi.
mukabil:
karşılık.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mücahit:
cihat eden, savaşan.
mükâfat:
ödül.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
nüsha:
suret.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
sahra:
büyük çöl, geniş saha.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbi-
rine denk gelme.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
vâris:
mirasçı.
ziyade:
çok, fazla.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
asa-yı mûsa:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin bir eseri.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
Camiü’l-Ezher:
Mısır’daki Ez-
her Üniversitenin adı.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
ina-
yet ve rahmet, yardım ve lütuf
sahiplerinin en merhametlisi
olan, şeref ve azamet sahibi
olan yüce Allah (CC.).
civar:
çevre, yöre, etraf.
defa:
kere, kez, yol.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin kayde-
dildiği defter; amellerin defteri.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
ders-i imanî:
imana dair veri-
len ders.
evvel:
önce.
fevkalâde:
olağanüstü.
filozof:
felsefe ile uğraşan, fi-
lozof.
hadis:
Peygamberimizin sözü.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hizmet:
görev, vazife.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
1.
Buhârî, Cihad: 102, 143; Müslim, Fezâilü’l-Kur’ân: 32, 34; EbûDâvud, Vitr: 1, İlim: 1.