Menemen ve Şeyh said Hâdisesi gibi bir hâdise çıkar-
mak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma do-
kunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler. gördüler
ki, eski said yok; yenisi ise her şeye tahammül ediyor.
o plânı sair suikastlara, ezcümle zehir vermeye tebdil et-
tiler. Hıfz-ı İlâhî onu da akim bıraktı. Şimdi o münafıklar
resmen hükûmetin nüfuzunu benden halkları ürkütmek
ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile
istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telâş etmeyiniz. İnayet-i
rabbaniye devam eder. gittikçe fütuhat-ı nuriye tevessü
ediyor.
San i yen:
Bu defa Hasan Feyzi’nin ve bir hafta evvel
Halil İbrahim’in şahsıma karşı fevkalâde hüsnüzan ile
mersiyeleri ve samimî ve hazin vedanameleri, az tadil ile
üç sebep için kabul edildi.
Birincisi:
onlar, şahsıma değil, belki kur’ân ve imana
ve nurlara hadimliğim ve o vazife-i kudsiyeye bakıp yaz-
mışlar.
İkincisi:
onların ve onlar temsil ettikleri o civardaki
halis kardeşlerimizin ve haddimin çok fevkindeki tarifat-
larını, bir nevi samimî dua ve ulvî bir tefeül ve yüksek bir
arzu-i hayır ve istidatlarının ve itikadlarının ve nurlara
pek ciddî alâkalarının bir in’ikâsı olmasıdır.
Üçüncüsü:
Ben onların nazarında risale-i nur ve
şakirtlerdeki şahs-ı manevîsinin mümessili ve numunesi
olmam cihetiyle onların sebeb-i teşvikleri olan o harika
hüsnüzanlarını ve kuvve-i maneviyelerini kırmak,
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
arzu-i hayır:
hayır işleme arzusu,
meyli.
ciddî:
gerçek, hakikat.
cihet:
yön, sebep, vesile.
civar:
çevre, yöre, etraf.
defa:
kere, kez, yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evvel:
önce.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
fevk:
üstün.
fevkalâde:
olağanüstü.
fütuhat-ı Nuriye:
Nur’un zaferleri,
Risale-i Nur ile yapılan iman ve
Kur’ân hizmetinin akıl ve kalpleri
kendine cezp etmesi, kalpleri fet-
hetmesi.
had:
kapasite, sınır, hudut.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hâdise:
olay.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
halk:
topluluk, insan topluluğu, in-
sanlar.
harika:
olağanüstü.
hassas:
zayıf, çabuk tesir alan.
hazin:
hüzünlü, acıklı.
hıfz-ı ilâhî:
Allah’ın koruması.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel kanaat.
iman:
inanç, itikat.
inayet-i rabbanîye:
her şeyin ter-
biye ve idare eden Cenab-ı Hakk’ın
yardımı.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istimal:
kullanma.
itikat:
inanç, iman.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
mersiye:
birisinin ölümü hakkında
yazılan, teessürü anlatan man-
zume, ağıt.
mümessil:
temsil eden, temsilci.
| 254 | Emirdağ Lâhikası – ı
münafık:
nifak sokan, iki yüz-
lülük eden, ara bozucu.
nazar:
bakış, nezdinde.
nevi:
çeşit.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
numune:
örnek.
propaganda:
bir inanç, dü-
şünce, doktrin vb. ni başkala-
rına tanıtmak, benimsetmek
amacını güden ve çeşitli vası-
talarla yapılan faaliyet.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sair:
diğer, başka, öteki.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
saniyen:
ikinci olarak.
sebeb-i teşvik:
teşvik sebebi.
suikast:
birini öldürmeye kast
etme, birini öldürmek kastıyla
sinsice plan kurma.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
tahammül:
yüklenme, yüke
katlanma.
tarifat:
tarifler, tanıtmalar.
tarz:
biçim, şekil.
tebdil:
değiştirme, dönüş-
türme.
tefeül:
hayra yorma, uğur
sayma, hayır isnat etme.
temsil:
örnek, misal.
tevessü:
genişleme, yayılma.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ru-
hanî.
vazife-i kudsiye:
mukaddes
vazife, kutsal vazife.