maslahat değildir. o ikisine ve arkadaşlarına, hususan
Ahmed Feyzi ve denizli hapsindeki kardeşlerimize ve
hakkımızda adalete çalışanlara binler selâm…
Sal i sen:
Çok defa benim sıkıntılarıma bir merhem
hükmüne geçmiş ve yanımdaki sakladığım kahraman
Hüsrev’in çok mektupları ve onların her birinden birer
ehemmiyetli fıkrayı alıp mecmuunu lâhikaya geçirmek
için zaman bulamıyorum. İnşaallah, bir istirahat zama-
nında tetkik edeceğim. Ahmed nazif’in İnebolu talebele-
ri namına yazdığı ve Halil İbrahim’in ağlatıcı mersiyesin-
den iştiraklerini gösteren mektubu, benim o havalideki
sebatkâr kardeşlerim hakkında endişelerimi izale eyledi.
Cenab-ı Hak, onlardan razı olsun.
Ra b i an:
Çoban İsa köyünde Ahmed’in mektubunda
isimleri bulunan eski ve yeni kardeşlerimizin risale-i
nur’a çalışmaları ve çocukları da kur’ân’a ve nurlara ça-
lıştırmaları, bu vakitte nurlara büyük bir hizmettir.
Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin. Âmin.
Ha mi sen:
Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî
zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve evrad-ı kudsiye-i Şah-ı
nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kud-
siyetleriyle kurtardılar, fakat maatteessüf, asabımda ve
sinirlerimde ve hassasiyetimde, o zulümden öyle şiddetli
bir tesir, bir heyecan, bir teellüm, bir teneffür gelmiş ki,
en samimî dostumu ve tam sadık bir kardeşimi bir saat
yanımda tahammül edemiyorum, ruhum kaldırmıyor.
Hatta biri bana baksa da sıkılıyorum. eskide bende biraz
Emirdağ Lâhikası – ı | 255 |
mecmu:
bütün hepsi.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi teskin
eden şey.
mersiye:
birisinin ölümü hakkında
yazılan, teessürü anlatan man-
zume, ağıt.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
münafık:
nifak sokan, iki yüzlülük
eden, ara bozucu.
nam:
adına, yerine.
rabian:
dördüncü olarak.
razı:
hoşnut olma, kabul etme.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
salisen:
üçüncü olarak.
samimî:
içten, candan, gönülden.
sebatkâr:
sebat eden, sözünde ve
kararında duran, vazgeçmeyen,
sebatlı.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
tahammül:
katlanma, hoş dav-
ranma.
talebe:
istekli, öğrenici.
teellüm:
elemlenme, tasalanma,
dertlenme, üzüntü duyma.
teneffür:
kaçınma, çekinme.
tesir:
etki.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, hakkaniyet, âdillik.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
asap:
sinirler, sinir sistemi.
Cenab-ı hak:
hakkın ta ken-
disi olan şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
Cevşen:
dua mecmuası.
defa:
kere, kez, yol.
ehemmiyetli:
önemli.
Evrad-ı kudsiye-i Bahaiye:
Bahaeddin Şah-ı Nakşibend
Hazretlerinin Peygamber Efen-
dimizin (asm) manevî ruhani-
yetinden mana âleminde ders
aldığı kuvvetli ve tesirli bir
duası.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
gerçi:
her ne kadar...
hamisen:
beşinci olarak, be-
şincisi, beşinci derece.
hassasiyet:
ihtimamlılık, dik-
katlilik.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hizmet:
görev, vazife.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmüne:
yerine, değerine.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
iştirak:
katılma, ortak olma.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik, azizlik.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maslahat:
uygun iş, faydalı iş.