peygamber efendimiz, şu
(1)
p
ABÉn
«p
Ñr
fn
’r
G o
án
Kn
Qn
h o
ABÉ n
ªn
?o
©r
dn
G
, yani,
“
Âlimler peygamberlerin vârisleridirler
” hadis-i şerifleriy-
le, âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr
belâgatleri ile beyan buyuruyorlar.
zira, madem ki bir âlim, peygamberlerin vârisidir; o
hâlde, hak ve hakikatin tebliğ ve neşri hususunda, aynen
onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lâzımdır –her
ne kadar bu yol, bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum,
daha beteri takip, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sür-
gün, tecrit, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve
hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da
olsa...
İşte, Bediüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddes ci-
hadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve
karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım sür’atiyle aşan
ve peygamberlerin vârisi olan bir âlim olduğunu amelî
bir surette ispat eden bir zattır.
kendisinin ilmî, ahlâkî, edebî birçok fazilet ve meziyet-
leri arasında, beni en çok meftun eden şey, onun, o dağ-
lardan daha sağlam, denizlerden daha derin, semalardan
daha yüksek ve geniş olan imanıdır.
rabbim, o ne muazzam iman, o ne bitmez ve tüken-
mez sabır, o ne çelikten irade! Hayal ve hatıralara ürper-
meler veren bunca tazyik, tehdit, tazip ve işkencelere
rağmen, o ne eğilmez baş, ne boğulmaz ses ve nasıl kı-
sılmaz nefestir!
AsA-yı MûsA | 423 |
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
madem:
...den dolayı, böyle ise.
meftun:
şaşkınlık derecesinde be-
ğenmiş, hayran ve şaşkın.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerlilik
vasfı.
muhakeme:
bir dava ile ilgili taraf-
ların hakim huzuruna çıkmaları,
duruşma.
mukaddes:
takdis edilmiş, müba-
rek, ayıp ve noksanlardan kurtul-
muş, kutsal, aziz, temiz.
neşir:
tekrar diriltilme.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
Peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun sohbet-
lerine katılan mü’min kimse.
sema:
gökyüzü, gök.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
sürgün:
ceza olarak belli bir yerin
dışında veya belli bir yerde oturtu-
lan kimse.
takip:
bir yol tutup gitme.
tebliğ:
resmî bir yazıyı, kararı hal-
ka veya ilgililere duyurma.
tecrit:
bir kişinin başka bir insan
veya nesneyle olan ilişkisini kes-
me.
tevkif:
cezaî tahkikat sırasında,
zanlının mahkeme kararına kadar
geçici olarak hapsedilmesi; tutuk-
lama.
vâris:
miras bırakılan.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zindan:
hapishane.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
akıl:
akıllı.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
amelî:
yaparak, yapmak sure-
tiyle, uygulamalı, pratik, tecrü-
bî.
asr:
yüzyıl, asır.
belâgat:
iyi, güzel, pürüzsüz
söz söyleme.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cihad:
savaş, harp.
edebî:
edebiyatla ilgili, edebi-
yata ait.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
hadis-i şerif:
Peygamberimiz-
den aktarılan sözlerin genel
adı.
hak:
bir kimseye ait olan şey,
alacak; iş, emek, zahmet karşı-
lığı, pay.
hakikat:
gerçek, esas.
hapis:
tutuklu, kapalı bir yere
konma.
i’cazkâr:
mu’cize gösterir şe-
kilde.
idam:
yok etme, ölüm.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
ispat:
sağlamlaştırma, sağlam
ve dayanıklı hâle getirme.
1.
Keşfü'l-Hafa: 2:1745.