Bu ayet-i kerîme, üstadın karakter ve şahsiyetini tah-
lil hususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun
billûr ışığı altında artık en ince çizgileri ve en hassas nok-
taları görüp sezebiliyoruz. zira, madem ki bir insan Ce-
nab-ı Hakkın hıfz ve himayesinde bulunmak nimetine
mazhar olmuştur; artık onun için korku, endişe, üzüntü,
yılma, usanma ve saire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.
Allah’ın nuru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi
bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-i İlâhîde bulunmak
bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu, hangi fânî emel ve
arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pes-
paye gàye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?
Allah’tır onun yârı, mürebbîsi, velisi;
Andıkça, bütün nur oluyor duygusu, hissi.
Yükselmededir marifet iklimine her an,
Bam başka ufuklar açıyor ruhuna Kur’ân.
Kur’ân ona yâd ettiriyor, “Bezm-i Elest”i,
Âşık, o tecellinin ezelden beri mesti.
İşte, Bediüzzaman böyle harikalar harikası bir inayete
mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki,
zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin
nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer vaaz ve irşat
kürsüsüdür; oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabır
ve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir. Hapishaneler
birer medrese-i Yusufiyeye inkılâp eder; oraya girerken,
bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi
girer. zira oradakiler, onun feyiz ve irşadın muhtaç
Bezm-i Elest:
Allah’ın ruhları ya-
rattığında, “Ben sizin Rabbiniz de-
ğil miyim?” anlamındaki sorusuna,
ruhların, “Evet, Rabbimizsin” diye
cevap verdikleri an.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
bahis:
konu.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mes’ut,
mutlu.
billûr:
cam gibi parlayan, şeffaf,
saydam, beyaz cam.
celâdet:
yiğitlik, bahadırlık, kahra-
manlık.
ebediyet:
sonsuzluk.
emel:
şiddetli arzu, hırs.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik.
fânî:
ölümlü, geçici.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
gaye:
maksat, hedef.
gülistan:
gül bahçesi, gül tarlası.
harika:
olağanüstü.
hassas:
çok çabuk hisseden, hissi
galip olan.
hıfz:
saklama, koruma, siyanet,
muhafaza.
himaye:
koruma, esirgeme, mu-
hafaza etme.
his:
duygu.
huzur-i İlâhî:
İlâhî huzur; Allah’ın
huzuru, karşısı.
ihtiras:
şiddetle arzu, aşırı hırs ve
istek.
iklim:
ülke, memleket.
iltifat:
ilgi gösterme, lütuf.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkılâp:
bir halden başka bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
irşat:
doğru yolu gösterme; gaflet-
ten uyandırıp hidayet yolunu gös-
terme.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kürsü:
camilerde vaizin, medrese-
lerde müderrisin oturduğu yer.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
medrese-i yusufiye:
Hz. Yusuf’un
(as) iftira, haksızlık ve zulüm ile ha-
piste kalmasından kinaye olarak,
iman ve Kur’ân’a hizmetinden do-
layı tevkif edilenlerin hapsedildiği
yer manasında, hapishane.
mest:
keyifle kendinden geçmiş.
metanet:
sebat, gayret.
mevzu:
ele alınan, üzerinde duru-
lan husus, bahis, konu.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mürebbî:
terbiye eden, besle-
yip büyüten Allah.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
pespaye:
aşağılık, adî, alçak.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
sabır:
başa gelen üzücü olay-
lara, tahammül göstererek Al-
lah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
sebat:
sabit durma.
sema:
gökyüzü, gök.
şahsiyet:
değerli, yüksek kişi-
lik.
tahlil:
çeşitli yönlerden ve
maddelerden oluşan bir şeyi
çözümleme.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teskin:
sakinleştirme, yatıştır-
ma.
teveccüh:
yönelme.
ufuk:
gökle yerin veya denizin
birleşmiş gibi göründüğü yer-
ler, göz erimi, çevren, ufuk.
ulvî:
yüksek, yüce.
vaaz:
vaizin camide, cemaati
irşat amacıyla, dinî işlerle ilgili
olarak Kur’ân ve hadislerden
aktardığı ve yorumladığı söz-
ler, mev’iza.
yâd:
hatırlama, anma, hatıra
getirme.
zindan:
hapishane.
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
| 426 | AsA-yı MûsA