Akıllara hayret veren bu ulvî hâdise münkirleri kahret-
tiği gibi, mü’minleri de şad ve mesrur eylemekte devam
edip gidiyor.
İmânlı gönüllerde manevî bir rabıta hâlinde yaşayan
bu İlâhî hâdiseyi büyük bir mücahit, kalpleri vecd içinde
bırakan bir üslûpla, bakınız nasıl ifade ediyor:
“Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan hâlinde her istikamete
taşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu kara gün-
lerde, onun, yani Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibi
kalpten kalbe mukavemeti imkânsız bir hamle hâlinde
intikal eder görmekle teselli buluyoruz. gecelerimiz çok
karardı; ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın
olur.”
evet, bir sır gibi kalpten kalbe mukavemeti imkânsız
bir hâlde yayılıp dağılan bu nurun, memleketin her köşe-
sinde feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehşetler için-
de sormaya başladılar: “Şöhreti memleketimizin her ta-
rafını kaplayan bu zat kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve
meşrebi nedir? tuttuğu yol bir tarîkat mi, bir cemiyet mi,
yoksa siyasî bir teşekkül müdür?”
Bununla da kalmadı; derhal gerek idarî ve gerek adlî
çok mühim takipler ve pek ciddî tetkikler, uzun ve mü-
selsel mahkemeler cereyan etti. neticede, bu İlâhî tecel-
linin gönüller ülkesine kurulan bir iman ve irfan müesse-
sesinden başka bir şey olmadığı tahakkuk edince, adale-
tin İlâhî bir surette tecellisi şu şekilde zuhur etti:
AsA-yı MûsA | 421 |
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
tem.
mesrur:
sevinçli, memnun, şen,
sürurlu.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
mukavemet:
karşı koyma, diren-
me.
mücahit:
mücahede eden, nefsine
karşı savaşan.
müessese:
tesis edilmiş, kurulmuş
olan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münkir:
Allah’ın varlığını kabul ve
tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
müselsel:
silsileli, zincirleme, ardı
ardına, peş peşe.
rabıta:
bağlılık.
sır:
gizli hakikat.
siyasî:
siyasetle uğraşan, siyaset
adamı.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şad:
sevinçli, neşeli, memnun,
mutlu, bahtiyar.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil ile
ispat edilme, kesinleşme.
tarikat:
yol, meslek, tarik.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tesir:
etki.
teşekkül:
şekillenme, şekil alma,
meydana gelme.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
den inceye yoklama, inceleme.
tufan:
çok şiddetli yağmur ve sel.
ulvî:
yüksek, yüce.
üslûp:
ifade yolu, kendine has ifa-
de veya yazı tarzı.
vecd:
kendinden geçecek derece-
de dalma veya baygınlık.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zuhur:
görünme, meydana çıkma-
âlem.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si.
adlî:
adaletle ilgili; adalete
mensup. Sultan Mahmut’un şi-
irlerinde kullandığı mahlâs.
Ahlâk:
huylar, tabiatlar.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden cemaat.
cereyan:
bir tarafa doğru akış,
akıntı, akım.
ciddî:
mühim, önemli.
çirkef:
pis, kirli, iğrenç şey ve-
ya kişi.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
feyiz:
bolluk, bereket, verimli-
lik.
hâdise:
olay.
hamle:
ileri atılma, ileri atılış;
saldırma, saldırış, hücum.
hayret:
şaşkınlık, şaşırmak.
idarî:
idare ile alâkalı, idare ile
ilgili.
ifade:
anlatım, deyiş.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
iman:
inanma, itikat.
intikal:
bir yerden başka bir
yere geçme, yer değiştirme,
göçme.
irfan:
bilme, biliş, anlayış, vu-
kuf.
istikamet:
doğruluk, dürüst-
lük.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
memleket:
ülke.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-