Asâ-yı Mûsa - page 430

taatten, tefekkür ve murakabelerden feyiz ve huzur al-
manın zevkine ermiş olan bir arif-i billâh idi.
lâkin, karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür
ve ilhad kâbusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla
memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günler-
de, yatağından fırlayan bir arslan gibi, yanardağları andı-
ran bir kükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve
huzurunu bu mukaddes davaya feda etti. Ve işte bu hik-
mete mebnidir ki, o günden beri her sözü bir dilim lâv,
her fikri bir ateş parçası olmuş, düştüğü gönülleri yakı-
yor; hisleri, fikirleri alevlendiriyor.
Büyük üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra tekrar
irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmâm-ı gaza-
lî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihî mer-
haleye benzemektedir.
demek ki, Cenab-ı Hak, büyük mürşitleri böyle bir
müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten son-
ra tenvir ve irşat vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu se-
bepledir ki, bir mâ-i mukattardan daha temiz ve berrak
olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalplere akse-
der etmez bam başka tesirler icra ediyor.
Arz ettiğim gibi, İmâm-ı gazalî’nin bundan dokuz yüz
sene evvel ahlâk ve fazilet sahasında yapmış olduğu fü-
tuhatı, bu asırda Bediüzzaman, iman ve ihlâs vadisinde
başarmıştır.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
aks:
ışık veya sesin bir yerde gö-
rünmesi, vurması, görünüp dön-
mesi, yansıma.
arif-i billâh:
mürşit, ermiş, evliya,
marifeti Allah’a vasıl olan, Cenab-ı
Hakkı bilen, velî.
Arz:
bir büyüğe sunma, gösterme,
bildirme.
asr:
yüzyıl, asır.
berrak:
nurlu, pek parlak, duru,
açık.
cemiyet:
manevî birlik teşkil eden
cemaat.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cihad:
savaş, harp.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
evvel:
önce, ilk.
fazilet:
değer, meziyet, iman ve ir-
fan itibariyle olan yüksek derece.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka bir
karşılık beklemeksizin, sırf Allah rı-
zası için yapma.
ilhad:
gerçek inançtan şaşma, sa-
pıtma, hak yoldan çıkma.
iman:
inanma, itikat.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
irşat:
doğru yolu gösterme; gaflet-
ten uyandırıp hidayet yolunu gös-
terme.
kâbus:
zihne devamlı şekilde mu-
sallat olan sabit fikir.
küfür:
putperestlik, imansızlık,
dinsizlik.
lâv:
yanardağların püskürmesi sı-
rasında çıkan ve soğuyunca katıla-
şan kitle.
mâ-i mukattar:
damıtılmış, saf su.
mebni:
bir şeye dayanan, istinat
eden.
merhale:
derece, kademe.
mukaddes:
takdis edilmiş, müba-
rek, ayıp ve noksanlardan kurtul-
muş, kutsal, aziz, temiz.
murakabe:
kendi iç âlemine
bakma, nefsini kontrol altına
alma, Allah tarafından sürekli
denetlendiğine inanma.
müddet:
süre, zaman.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mükellef:
vazifeli, görevli, so-
rumlu.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
Müslüman:
İslâm dinine gir-
miş, İslâm dininden olan,
mü’min, Müslim.
taat:
ibadet etme, Allah’ın
emirlerini yerine getirme, Al-
lah’tan korkup yasaklarından
kaçınma.
tasfiye:
saflaştırma, saf kılma,
arıtma.
tefekkür:
yaratılan eserlere
bakıp, onlardaki sanatları, hik-
metleri ve gayeleri görerek
yaratıcıyı hatırlama, eserlerin-
den yola çıkarak Allah’ı hatır-
lama.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırmaâlem.
terbiye:
besleyip büyütme,
yetiştirme.
tesir:
etki.
tezkiye:
insanın nefsini kötü-
lüklerden, şeytanca tutkular-
dan, çirkin huylardan arındır-
ması, mücahede ve riyazet ile
kalbin hakikati idrak edecek
seviyeye yükseltilmesi.
uzlet:
insanlardan uzak dur-
ma, bir köşeye çekilip kendi
kendine yaşama, yalnızlık kö-
şesine çekilme, inziva.
vazife:
görev.
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
| 430 | AsA-yı MûsA
1...,420,421,422,423,424,425,426,427,428,429 431,432,433,434,435,436,437,438,439,440,...570
Powered by FlippingBook